Şarkın Polat Ağabeyi…

Etrafımızdaki çınarların göçtüğünü gördükçe mevsim-i hazana yaklaştığımızı daha iyi hissediyoruz değil mi? Bizim kuşağı kastediyorum… Gerçi rıhlet kösü kuşak dinlemiyormuş… Bizimle büyüdükleri halde, çoktandır mahall-i maksudlarına yetişmiş niceleri hatırladıkça, ayrılığın ayak seslerini içimizde hissetmemek mümkün mü?

Batının bu garip gurbeti, beni en çok sevdiklerimin son demlerinden, cenaze namazlarından ve teşyilerinden mahrum bıraktığı için, ona kırgınım. Güneşin battığı yöne yöneldikçe, şarkın birçok güneşleri ufûl etti, durdu. Ümraniye’nin sevgili Mevlüt Ağabeyde de, gurubun gurbeti yolumuzu kesti. Gazete, internet ve diğer haberleşme araçlarından da uzak kalınca, Diyarbakır’ın gür sesli evlâdının vefatını gecikmeli öğrenebildim.

Biz çocukluğumuzda onu Diyarbekirli biliyorduk. Muhaceret coğrafyasında genellikle son duraklar bilinir. Mevlüt Ağabeyin de Van’dan Diyarbakır’a muhacir gelmiş bir aileden olduğunu satır aralarından öğrenecektik. Karakterine hem Van’dan ve hem de Diyarbekir’den kuvvetli çizgilerin tenasüb içinde işlendiğini, dikkatlice tahlil edenler anlarlardı.

Mesleğiyle bu kadar mütenasip fazla insan yoktur çevremizde… Kendisine askerliğin bu denli yakıştığının kendisi de farkında değildi. Koyu gök mavisi astsubay pardesüsüyle Malatya kışında, kerpiçten yapılmış ve mütemadiyen inleyen merdivenlerden medreseye çıkışında, itina ile dış cebine yerleştirdiği YENİ ASYA dikkatimi çok çekerdi. Kimliklerini Zübeyrîce kahramanane izhar edenler arasında, Erhaç’ta çalışan Tayyar Alnıak’ları, Sıtkıları ve Kemalleri de bilvesile rahmetle anmak istiyoruz.

Okulu bitirir bitirmez, imtihandaki başarısından taltifen Diyarbakır’a tayin olunan Mevlüt Polat, hemen ilk adımda Üstadımızın asker kahraman talebelerinden Mehmet Kayalar ile karşılaşacaktır. Risâle-i Nur’a hizmette ve süfyaniyetle mücadelede mesleğini konuşturmuş beliğ Kayalar Ağabeyin müsbet tesirlerini kabre kadar taşıyan Mevlüt Ağabey hakkında yazı yazabilmek için, M. Kayalar’ın Diyarbakır günlerini iyi bilmek gerekiyor. Bu dönemi yaşayamadığım ve dikkatlice dinlemediğim için, hakikî Polat’ı yazmaktan çok uzaklarda olduğumu itiraf etmek durumundayım. Fakat onun İstasyon Caddesindeki evinden bizimle okula gelen merhum oğlu Mustafa ile arkadaş olduğum zamanlardan bu yana, Mevlüt Ağabeyi bir akraba yakınlığıyla takip ettim: Eskişehir, Düzce, Adapazarı ve İstanbul…

Balkan kökenli M. Kayalar’ın Risale-i Nur’u haykıran gür sesine cevap veren Diyarbakırlıların yüzlerce medrese açtıkları dönemde, Mevlüt Ağabey muhtereme eşiyle birlikte Üstadımızla mektuplaşacaklardı… Sevgili Üstadlarından iltifat dolu aldıkları cevabî mektuplara Emirdağ Lâhikası’nın satır aralarında ulaşmak mümkün. Üstadımızın Selâhaddin Çelebi’ye “dünyaya karışmak” konusundaki emir ve tavsiyesine tam riayet eden Mevlüt Ağabey ile Türkân Abla, hayatlarının sonuna kadar evlerini Nur medresesi yaptıkları gibi kendileri de talebe olarak kaldılar. O hususî medreseden Cennete uçurdukları Mustafa ve Esra ile de inşaallah manevî makamları yükselmiştir. Üniversite bitirmiş iki nihalin ardı sıra dökülen gözyaşlarının söndüremeyeceği hiçbir ateş yoktur kanaatindeyiz.

Mevlüt Ağabeye kahraman derken, onun herkesin üstesinden gelemeyeceği kahramanlıkları hayalî bakışlarım arasından cereyan ediyor: 1957’den ta 2014’e kadar… Onlarca yıkılış, devriliş, fırtınalar, ihtilâller, ayrılıklar ve savrulmalar arasından istikamet üzere bir yatsı secdesinde Rabbine ulaşmak… Dayanılması zor evlât acıları… Hastalıklar… Ameliyatlar ve trafik kazaları… Ve vefatı öncesindeki Nurlu akşamlarda Nur medreselerinde Nuru dinleyen bir insana siz de kahraman olarak bakmaz mısınız?

Ümraniye ve Üsküdar medreselerinde nur-u Kur’ân’ı dinleyen bahtiyarlar uzun süre Mevlüt Ağabeyin davudî sesini arayacaklar, gibi… Tahassür iklimi birçok çevreyi etkilediği gibi buraları da nemlendirecek. Kendisinin şarktan ve garptan müntehap tatlı ve uzun duâlarını kulaklarımız da arayadursunlar. Belki de ölümün en muhrik nağmesi firakın bu garip tellerinden çıkıyor olmalı…

Evet… Bir varmış, bir yokmuş gibi… Hayat labirentlerinin azıcık üzerlerine çıkabilecek… Hayat binamızın taş be taş yıkıldığını ve akan ömür ırmağının okyanusa ne denli yaklaştığını görebileceğiz. Mescid-i Haram’ın en üst katından yüz binlerce daire halinde Kâbe’nin dört bir yanında akan insanlar kadar, onların başları üstünde her namazdan sonra ebedî yurtlarına uğurlanan hacılar da dikkatimizi çeker… Belki de daha fazla… Gidenleri görebilmek, belki de yolcu etmek için o imkâna her zaman sahip olamayacağımıza göre… Yine hayatın hayhuylarının azıcık dışına çıkmak daha kolay gibi…

Bu vesile ile Mevlüt Ağabeye ve Üstadımızın duâlarına mazhar olan astsubaylara rahmet diliyoruz…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*