Şartlar ne olursa olsun!

Ne musîbetler, ne siyasî değişimler, ne sosyal inkılâplar, ne dünyanın cazibedar şeyleri Kur’ân talebelerini hizmetlerinden alıkoymaz, alıkoymamalı. Şartlar ne olursa olsun, Risâle-i Nur mesleği aşk, şevk, merhamet, şefkat duygularıyla, ferâgat ve isar hasletiyle hizmeti gerektirir. “Evet, evet, neam, neam. Sivrisinek tantanasını kesse, balarısı demdemesini bozsa, sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz.

Zira, kâinatı nağamatıyla raksa getiren hakaikin esrarını ihtizaza veren musika-i İlâhiye hiç durmuyor; mütemadiyen güm güm eder”1 hakikatini terennüm edenler asla ümitsizliğe düşmez.

Yani, her şey tam ters yüz olsa, yine aşk ve şevkle hizmete devam! Zira, Allah’ın rahmeti sonsuzdur ve her an üzerimizde. Ümitsizlik, onun rahmetini ittiham etmek ve nakıs görmek demektir. Kimileri de, “Biz azız, ne yapabiliriz ki!” diye şevksizlik gösterebilir. Oysa: “Cenâb-ı Hakkın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etbâ’ ile ve fazla muvaffakiyetle değildir…”

Devamında şu hakikat hatırlatılır: “Ey sevaba hırslı ve a’mâl-i uhreviyeye kanaatsiz insan! Bazı peygamberler gelmişler ki, mahdut birkaç kişiden başka ittibâ edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etbâ’ ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla ‘Herkes beni dinlesin?’ diye, vazifeni unutup vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.”2

“Risâle-i Nur îmânı kurtarması cihetiyle, o dar dairesi, mâdem hayat-ı bâkiye ve ebediyeyi îmanla kurtarıyor; bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir. Yani, bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebediyesini temine çalışmak, bir milyar insanın hayat-ı fâniye-i dünyeviye ve medeniyetine çalışmaktan daha kıymettar ve mânen daha geniş…”3

Bu hakikatleri terennüm eden asla acze, ümitsizliğe, şevksizliğe düşmez. Zira, “Bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risâle-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir. Çünkü bunlar, Risâle-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde kemal-i hikmetini, cemâl-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemal-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musîbetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler. İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, hadsiz tecrübeleriyle, Risâle-i Nur’un imanî ve Kur’ânî derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.”

Dipnotlar:

1- Münâzarât, s. 44-46.

2- Lem’alar, s. 154-156.

3- Münâzarât, s. 143-148.

4- Kastamonu Lâhikası, s. 89.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*