Şartlı ve pahalı “özür”!

Yeni Asya ve basınımızın haksızlığa karşı duyarlı olan kısmı, üç yıla yakındır Mavi Marmara haksızlığını haykıra haykıra.. Öte taraftan siyasî ve diplomatik direnmeler sürdürüle sürdürüle, nihayet bir “özür”ün geldiğine sevinelim, Türkiye’nin diplomatik bir başarı elde ettiğine memnun olalım derken, “özür”ün arkasında neler olduğuna dair tereddütler tartışılır hale geldi.

En çok da, komşularımız olan Suriye ve İran’a karşı Türkiye’den bekledikleri yardımlar karşılığında böyle bir “özür”e başvurulduğuna dair endişeler baş gösterdi. Hatta böyle bir amaç, İsrail tarafından yapılan açıklamalardan açıkça anlaşılır oldu.

Hani “özrü kabahatinden büyük” diye, tam da buna demezler mi?

Aslında özür dileme durumunda olan taraf, kabahatini kabul eder ve özür diler.

Netanyahu ne yapıyor?

Özüre birinci gerekçe olarak, Suriye’deki krizin giderek şiddetlenmesini gösteriyor. Özür dilenirken, işlenen kabahatler bir tarafta kalıyor, bu özüre karşılık yeni menfaatler talep ediliyor. Yani şartlı ve pahalı özür!

O kadar ki, “özürsüzlük” sebebiyle İsrail’e karşı mesafeli durmanın, onun özüründen daha fazla iyilik getirebileceğine ve özürün bir yığın şüpheleri beraberinde getirdiğine dair yorumlar bile yapılıyor!..

AKSİ ÇAĞRIŞIMLAR

Bu özür bize aksi çağrışımlar yaptırarak, yaklaşık üç yıl önce bu köşede yazdıklarımızı hatırlattı.

Şimdi biz kalbe, niyete değil de, icraata bakacağız.

Bakalım o yazdıklarımızdan ve bilhassa bu cümlelerden dolayı bir özürü de biz dileyip, bu yazdıklarımızı mazinin derinliklerine fırlatabilecek miyiz?
***
“Ey İsrail’in şimdiki başbakanı Netanyahu! Ey ‘tank üzerinde Filistin’e girmekten ve Filistinlileri ezmekten mutluluk duyuyorum’ diyen Ehud Barak’ın ve Ariel Şaron’un takipçisi!”

“Gazze’yi yerle bir etmek, Filistin’de Müslümanları yok etmek ve bölgede hükümran olmak emeliyle yaptığınız anî ve canî saldırılarınız ne zaman bitecek? O haksız emelinize asla ulaşamıyacağınıza göre; saldırganlığınız ve canîliğiniz sürecek, katliâmlarınızın ardı arkası kesilmeyecek mi?“

“İnanıyoruz ki, yönettiğiniz ülkede ve temsilcisi olduğunuz toplumda da insanlar vardır. Akıl sahibi, vicdan sahibi ve merhamet sahibi insanlar.. Ama sen ve senin gibi pervasız politikacılar yüzünden bütün bir İsrail bugün dünyada lânetleniyor, kınanıyor. Kendi vatandaşlarından, senin saldırganlığını ve kana doymazlığını onaylamayanları bile, lânetlik bir toplum içinde görünmeye mahkûm ettiğin için, onlara da zulmediyorsun. Çünkü senin insanlık dışı uygulamaların yüzünden onlar da yeryüzünde alnı açık ve başı dik gezemiyorlar.“

“Sen ve seleflerin olarak işlediğiniz insanlık suçları, dünyalık ve diplomatik tedbirlerle ya da misillemelerle temizlenemez. Zira sizin bu yaptıklarınız geçici cezayı değil, ebedî azabı gerektirir.“ (….)

“Bu ne güzel bir gemi ki, yüzünüzü dünyaya gösteren bir ayna, iç yüzünüzü kaydeden bir röntgen oldu. Bu gemi macerası sonunda ortaya çıkan tabloda, insanlık adına cesaret ve kahramanlık bizde, korkaklık ve alçaklık sizde kaldı. Şehitlik bizde, katillik sizde kaldı. Hak ve adalet bizde, haksızlık ve zulüm sizde kaldı.“

“Ey Benjamin Netanyahu! Utan yahu, utan yahu! Neden hâlâ, haksızlığı hak sayarsın? Neden yahu, neden yahu?“
***
On yıl önce, Irak işgali sırasında bir TV kanalı, Halepçe katliâmını gündeme getirerek, bir taraftan da, Amerikan askerlerinin, Irak gençleriyle top oynamalarını ve çocuklara şeker dağıtma görüntülerini ekrana yansıtınca, bir makalemizde buna şöyle değinmiştik:

“Bir Amerikan askerinin çocuklara şarkı söyletmesini, onlarla dans etmesini, onlara şeker dağıtmasını, yahut bir yerde beklemekten canı sıkılan işgalci askerlerin Iraklı gençlerle top oynamalarını, ‘Saddam’ın zulmünden sizi kurtarmaya geldik’ şeklinde Arapça yazılı ilânları askerlerin sivilllere dağıtmalarını yansıtan görüntüleri bir kanalımızda seyredince, Türkiye’de değil de, Amerika’da bulunduğumuzu sandık. Hele şu Saddam’ın Halepçe katliâmını aynı gün ekrana taşımak, işgalci güçlerin elini güçlendirmekten başka işe yaramadı. Bu işgal böyle destek görürse, bırakınız Halepçe’yi, bir gün gelir ki, maazallah ne Halep kalır, ne de Şam!”

Geçen yıl Halep’te ve şimdilerde Şam’da yaşananların bizim basınımızdaki yansımaları; Irak işgali sırasında yazdıklarımızı aynen çağrıştırmıyor mu?
***
Ve.. bu tarzda İsrail’den gelen talepli, anlaşmalı ve art düşünceli “özür”, etkili ve yetkili politikacılarımıza “şeker dağıtmak” gibi olmuyor mu?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*