EURONUR ÖZEL

Şefkat Kahramanı Anneler

Özel Makale / anne

Bir Şefkat Örneği: Anne Kanguru ve Yavrusu

Geçmiş yıllarda yaşanan kuraklık günlerinde Avustralya’da geçen bir olay; hayvanların annelerine verilen şefkat açısından ibret vericiydi. Hadise şöyle gerçekleşmişti:
“Avustralya’da o güne kadar kayıtlara geçirilmiş en şiddetli kuraklık günleri yaşanıyordu. Ormanda yaşayan vahşi hayvanlar, susuzluktan kırılıyordu. O kadar ki, kasaba ve köylere inip, normal şartlarda yanlarına bile yaklaşamayacakları evlerin yakınında, bir yudum olsun içecek su arıyorlardı.
Oysa çiftliklerde yaşayanların durumları onlardan daha iyi değildi. Sığırlar ve koyunlar zayıf düşmüşlerdi ve teker teker ölüyorlardı. Çiftçiler ise ellerinde kalan azıcık su ile hem kendilerinin, hem de sahip oldukları hayvanların ihtiyacını gidermeye çalışıyorlardı. Bu yüzden o çok kıymetli suyu, vahşi hayvanlara kaptırmaya hiç niyetleri yoktu. Pek çok çiftçi, ellerinde tüfekler ile su yalaklarının ve depoların önünde nöbet tutmaktaydı.
O kuraklık günlerinden birinde, elinde silah nöbet bekleyen bir çiftçi, çalılıkların arasında bir kıpırtı hissetti.
“Bu mutlaka vahşi hayvanlardan biri olmalıdır” diye düşündü.
Ağır ve sessiz adımlarla sesin geldiği hedefe doğru ilerlerken, tüfeğini çoktan ateş etmeye hazır hâle getirmişti bile. Yeterince yaklaştığını düşündüğü anda, nişan aldı ve hayvanın ortaya çıkmasını beklemeye başladı. Kısa bir süre sonra çalılıkların arasından, kesesinde yavrusu ile bir kanguru çıktı.
Her halinden susuz olduğu anlaşılan kanguru, kahverengi gözleriyle çiftçiye âdeta yalvarıyordu.
Çiftçi elini tetikten çekti. Bu anne kanguruyu öldüremezdi. Hele yavruya kıymak, asla onun yapabileceği bir iş değildi.
Kanguru ağır adımlarla, inekler için bırakılan su kovasının yanına gitti. Çiftçi hâlâ daha onlara bakıyordu. Kanguru da, gözlerini çiftçiden ayırmıyordu. Kovanın yanına gelen anne kanguru, yavrusunu suya doğru yaklaştırdı. Zavallı küçük kanguru, öyle susamıştı ki, az daha kovanın içine düşecekti. Anne kanguru ise, aynı yalvaran gözleriyle çiftçiye bakmaya devam ediyordu. Yavru kanguru doya doya suyunu içip, kafasını kovadan çıkarınca, annesi onu ortaya çıktıkları çalılıklara doğru götürdü ve kısa bir süre sonra da gözden kayboldular.
Olanları seyreden çiftçi ise, tüfeğini bir kenara koymuştu ve sessizce ağlıyordu. Çünkü anne kanguru tek bir yudum su içmemişti. Bütün o yalvaran bakışlar, “Lütfen, sadece yavrum için” demekti.” (M.E.Zimmermann).

 Annelik Duygusunun Kaynağı: Rahmetin Tezahürü

Dünyadaki tüm validelere verilen bu şefkat duygusu ile bütün annelerin (bitkiler ve hayvanlar ile birlikte) birer ‘Şefkat kahramanı’ olduklarını ifade eden Bediüzzaman Hazretleri bir eserinde;

“Evet, aç bir arslan, zayıf bir yavrusunu kendi nefsine tercih ederek, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna vermesi; hem korkak tavuk, yavrusunu himaye için ite, arslana saldırması; hem incir ağacı, kendi çamur yiyerek, yavrusu olan meyvelerine halis süt vermesi, bilbedâhe (açıkça), nihayetsiz Rahîm, Kerîm, Şefîk bir Zâtın hesabıyla hareket ettiklerini, kör olmayana gösteriyorlar. Evet, nebatat ve behimiyat (hayvanlar) gibi şuursuzların gayet derecede şuurkârâne ve hakîmâne işler görmesi bizzarure gösterir ki, gayet derecede Alîm ve Hakîm birisi vardır ki, onları işlettiriyor. Onlar, Onun namıyla işliyorlar. (Sözler; Onuncu Söz; Haşiye; s. 84).

Demektedir. Fakat yavrusunu büyüten hayvanlarda; bu duygunun yavrunun büyümesi ile değiştiğini de belirtmektedir:
“Hayvanî vâlideler yavrularını, küçük iken vazifeleri bulunduğundan lezzetle himayeye çalışır. Büyük olduktan sonra vazife kalkar, lezzet de gider. Bazen yavrusunu döver, elinden taneyi alır.” (Mesnevi-i Nuriye; 8. Nota; s. 179).

Cenab-ı Allah’ın antika bir san’at eseri olan insana ise, çeşitli duygu ve kabiliyetler verilerek özel vasıflarla yaratılmıştır.

“İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş(emrine verilmiş) …” (Sözler; 23. Söz; s. 365).

İşte böyle çeşitli kabiliyet ve hislerle yaratılarak bütün mahlûkatın emrine verildiği ve dünyada halife-i arz (Allah tarafından seçilmiş kişi, halef, vekil, temsilci, yetkili) olan insan; diğer mahlûkatın sorumlu tutulmadığı bazı emirlere de muhatap olmuştur. Bu emirlerin en önemlilerinden biri de anne ve baba hakkında olanıdır.

İslam’da Anne-Baba Hakkının Önemi

“Rabbin sadece Kendisine ibadet etmenize ve anne-babanıza, Allah’ın sizi görmekte olduğu bilinci içinde mümkün olan en iyi şekilde davranmanıza hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi yaşlanmış olarak yanınızda bulunuyorsa sakın varlıklarından veya onlara hizmetten bıkkınlıkla kendilerine ‘Öf!’ diyecek ölçüde bile kötü söz söyleme! Onları azarlama ve daima onlara karşı tatlı dilli ve gönül alıcı ol!’’ (İsra Sûresi 23. ayet).

Bilhassa annelerin yaşadıkları sıkıntılar nazara verilen; başka bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
“Biz insana, anne-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. Önce Bana, sonra da anne-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır.”(Lokman Sûresi 14. ayet).

Anneler hakkındaki bu detay; Allah’ın rahmetinin genişliği ile irtibatlandırılarak hadis-i şeriflerde şu şekilde ifade edilmiştir:
“Allah’ın yüz rahmeti vardır. Her bir rahmet, gökle yer arasını dolduracak genişliktedir. Bunlardan sadece birisi dünyaya bırakılmıştır. Bundan dolayı kişi çocuğuna, kuş da yavrusuna merhamet ve şefkat eder. Amma kıyametin geldiği gün, Cenâb-ı Hak o yüz rahmetini kullarına iade edecektir.”( Müsned-i Ahmed, II/154).

İbn-u Ömer (r.a.) anlatıyor:
“Gazvelerinin birinde Resulullah (sav.) ile beraberdik. Derken bir kavme uğradı. ‘Siz kimsiniz?’ diye sordu. ‘Bizler Müslümanlarız!’ dediler.”
“Bir kadın tandırına yakacak atmakla meşguldü ve yanında bir oğlu vardı. Tandırın alevi yükselince kadın çocuğu uzaklaştırdı. Sonra kadın, Resulullah (sav.)’ın yanına geldi ve: ‘Sen Allah’ın Resulü’sün öyle mi?’ dedi.”
“Aleyhissalâtu vesselam: ‘Evet!..’ deyince, ‘Annem ve babam sana feda olsun! Allah Erhamü’r-Rahimin (yani merhametli olanların en merhametlisi) değil mi?’ dedi.”
“Kadın, ‘Evet!..’ cevabını alınca bu sefer: ‘Allah’ın kullarına olan rahmeti, annenin yavrusuna olan merhametinden daha fazla değil mi?’ diye sordu.”
“Aleyhissalâtu vesselam: ‘Elbette!..’ buyurdu.”
“Kadın: ‘Anne çocuğunu asla ateşe atmaz! (Daha merhametli olan Allah kullarını nasıl cehenneme atar?)’ dedi.”
“Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselam ağlayarak başını eğdi. Sonra başını kadına doğru kaldırarak:
‘Şüphesiz Allah, hak yoldan sapıp O’na itaat etmeye tenezzül etmeyen ve tevhid kelimesini söylemekten imtina eden azgın kulundan başka kullarına azap vermeyecektir.’ buyurdu.”( İbn Mace, Zühd, 35).

Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek:

  • Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir? diye sordu.
    Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

  • “Anan!” buyurdu.
    Adam:

  • Ondan sonra kimdir? diye sordu.

  • “Anan!” buyurdu.
    Adam tekrar:

  • Ondan sonra kim gelir? diye sordu.

  • “Anan!” dedi.
    Adam tekrar:

  • Sonra kim gelir? diye sordu.
    Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

  • “Baban!” cevabını verdi.
    (Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1. Ayrıca bk. İbni Mâce, Vesâyâ 4; Ebû Dâvûd, Edeb 120; Tirmizî, Birr 1).

Bir rivayete göre o adam:

  • Ey Allah’ın Resûlü! Kendisine en iyi davranılması gereken kimdir? diye sordu.
    Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

  • “Anan, sonra anan, daha sonra yine anan, sonra baban, sonra da sana en yakın olan akraban” buyurdu. (Müslim, Birr 2).

Bediüzzaman Hazretleri, Mektubat isimli eserinde anne ve baba hakkının ne kadar önemli ve değerli olduğunu çok açık bir şekilde zikretmiştir. Anne ve babanın çocuklarına karşı gösterdiği şefkate mukabil çocukların da anne babaya hürmet göstermesi bahsi bu eserde şöyle anlatılır:

“Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve vâlidelerin evlâdlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını kemal-i lezzetle evlâdlarının hayatı için feda edip sarfediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâb etmemiş her bir veledin vazifesi; o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnud etmektir.” (Mektubat 21. Mektup; s. 305).

Benzer konuda makaleler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu