Şefkat odaklı insan modeli

5. Risâle-i Nur’un bir prensibi olarak şefkat

Said Nursî, Risâle-i Nur’un dört esasından birisinin de şefkat olduğunu söylemektedir. o­na göre şefkat, insanı Allah’ın Rahim ismine ulaştırmaktadır. (Nursî, Sözler, s. 438.) Bediüzzaman’ın “acz, fakr, şefkat ve tefekkür”den oluştuğunu söylediği Risâle-i Nur mesleği, aşkı esas alan diğer mesleklerden daha umumidir ve cadde-i kübradır. Bu yolun cadde-i kübra olmasında “şefkatin çok büyük bir rolü” vardır. Aslında şefkat, acz, fakr ve tefekkürle de yakından ilişkilidir. Çünkü şefkat Cenâb-ı Allah’ın rahmetinin bir tecellisidir. Rahmet ise acz ve fakr içindeki bütün canlı varlıkların yardımına koşmaktadır. o­nların dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlarını giderici bir özellik taşımaktadır. Allah’ın insanlara kâinattaki her şeyi musahhar etmesi, O’nun şefkatini göstermektedir. o­nun bu şekildeki şefkati ise ancak tefekkür ile anlaşılacak bir durumdur. Bu durumda Risâle-i Nur’un en önemli bir esası olan şefkatin tefekkür ile yakından ilişkisi olduğu görülmektedir. Kur’ân da bizi, şefkatin tezahürleri olan ihsan ve ikramlar üzerinde düşünmeye teşvik ediyor. Said Nursî’nin bu esasları Kur’ân’a dayandırması da bu açıdan düşünülmelidir. Halbuki tasavvufun vahdet-i vücut boyutunda “aşk” sözkonusudur. Aşkta bir içe kapanma, sadece Allah’ın kendisine odaklanma ve O’nun kâinattaki isimlerinin tecellilerini görmezden gelme vardır. Yani Kur’ân’ın bizi teşvik ettiği tefekkür boyutu yoktur. Bu yüzden umumî değil, hususî kalmaktadır.

Said Nursî’ye göre şefkat, aşktan daha keskin, parlak, ulvî ve nezihtir ve pek geniştir. Bir kişi şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle, bütün yavrulara, canlı varlıklara şefkat duyar. Böylece Rahim isminin ihatasına bir nevi ayinedarlık eder. (Nursî, Mektubat, s. 35) Çünkü Allah’ın Rahim ve Rahman isimleri bütün insanlığı kapsıyor. Bu isimlerin tecellisi olarak Allah herkese ayırım yapmadan rızkını veriyor. Kendisine yönelen herkesi affediyor. Dolayısıyla bu isme mazhar olan kişi, sadece kendisini ve kendi çocuğunu değil, bütün çocukları, insanları ve varlıkları sevmek durumundadır. Tasavvufun “vahdet-i vücud” anlayışında esas alınan aşk ise, yalnızca sevilen kişiye nazarları hasretmeyi netice vermektedir. Bu anlayış herkesi ve her şeyi sevdiğine feda eder. Bu bakımdan aşkın her nevi bencilcedir. Diğer taraftan şefkat halistir, karşılık istemez. Halbuki aşk ücret ister. Mukabele talep eder. (Nursî, Mektubat, s. 35)

Risâle-i Nur vasıtasıyla Kur’ân’a talebe olan bir kişi, Rahim isminin tecellisine mazhar olarak, sadece kendisinin ve çocuklarının imanlarını kurtarmak için çaba sarf etmez. Tıpkı Nursî gibi, insanların yanıp tutuşan imanları karşısında gözünde ne Cennet sevdası, ne de Cehennem korkusu olur. Böyle bir kişi yaptığı hizmetten de bir karşılık beklemez, ücret talep etmez. İhlâsla çalışır.

Şefkate mazhar olan kişiler, aynı zamanda affedici olurlar. Bu af hem iman kardeşleri içindir, hem de diğer insanlar içindir. Said Nursî’nin şefkatin bu tezahürünü hayatının her safhasında gösterdiğini görüyoruz. O, kendisine eziyet edenleri de affetmiştir.

Ona göre bir kimsenin hatasından dolayı o­nun yakınlarını ve içinde bulunduğu toplumu zarara uğratmak şefkatle bağdaşmaz. Bunun yanında bir insana sadece bir hatasından dolayı düşmanlık beslemek de şefkatin önemli bir boyutunu temsil eden sevgi ve kardeşliğe aykırıdır.

Şefkatin tezahürlerinden birisi de sabırdır. Anneler sabırlıdır. Çünkü o­nlarda şefkat mükemmel derecede yansımaktadır. Şefkate mazhar olan kişi de sabırlı olan kişidir. Bu musibetlere, karşılaştığı zorluklara karşı sabrı ifade etmektedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*