Sen, hoş safâ geldin ey Ramazan!

Yarım asırdır seninle beraberiz. Hatırlar mısın, daha küçük bir çocuktum seninle ilk ahidnâmeyi imzaladığımızda. Elli küsûr sene önce, 8-9 yaşlarında bir çocuktum. Babama, anneme nasıl yalvarmıştım o gün “Ben de oruç tutacağım” diye. “Yavrum daha küçüksün” dedilerse de, “Haydi çocuk alışsın, hem kış Ramazanında ne olacak ki, hemen akşam oluveriyor” kelimelerini de ilâve edivermişlerdi peşinden.

Gerçekten nasıl sevinmiştim. Mevsim kış, her yer bembeyaz. Hele Ankara’nın o eski kışlarındaki yağan diz boyu kar, daha bir güzellik katıyordu Ramazanımıza, orucumuza. Rahmetli anacığım, sobanın yanına oturttuğu bizlere eski Ramazanları anlatırdı. “Yavrum, biz babanla yeni evlendiğimizde Ramazanlar yaza gelirdi. O zaman karpuz, kavun, domates, salatalık olurdu” diye anlatırken, biz de hayal ederdik, “Acaba nasıl olur da yaza gelir Ramazan?” Bir de tabiî o yıllarda her sebze, meyve, ancak mevsiminde bulunup yenildiğinden, bize bir garip gelirdi anlattıkları.

Sonra yıllar geçti, ilk oruca başladığımız mevsim kış aylarında iken, daha sonraları biz de yaz Ramazanlarını gördük, “Annem doğru söylermiş” diye içimizden geçirirdik, kavun, karpuz ve diğer yaz meyve ve sebzelerini iftarda yedikçe. Daha sonra bir kış daha geçti, derken bir yaza daha geldik. Yarım asırda iki kış, iki yaz Ramazanını görmüş olduk çok şükür. Bakalım daha ömrümüz nereye kadar gidecek Allah bilir.

Çocukluk, gençlik, orta yaş ve yaşlılık günlerinde tuttuğumuz bu oruçlarımızda hep, Rabbimizin rızasını gözeterek hareket etmeye çalıştık. Mükemmel oruç tutan, yani her azasına oruç tutturan büyük zatlar gibi olamadıysak da, yine de azamî gayret göstermeye çalıştık. Ramazanın ruhuna uygun olmayan hallere, gençlik yıllarımızda daha ziyade işittiğimiz yok direkler arası, yok kanto, yok orta oyunu, yok Hacivat-Karagöz gibi oyunlara hiç iltifat etmedik, dönüp bakmadık, o sokaklara sapmadık. Hem niye dönüp bakalım ki, biz ibadet mi yapıyoruz, hokkabazlık mı?

Unutmadığımız çok hatıralarımız vardı. Üstadımızın mevlidine ilk defa gittiğimiz Urfa’da, ilk defa sahurda yediğimiz çiğ köftenin, gündüz bizi ne hâle getirdiğini, nasıl kıvrandırdığını hiç unutur muyuz? Kendimizi gölgelere atıyorduk. Urfalı alışıktı tabiî, ama ilk defa yiyen biz o gün halden hâle girerek zor yapmıştık akşam iftarı. Lütfü kardeşim, bu yazıyı okuyunca kulakların çınlıyordur değil mi?

Evet; bize rahmetle, nurlarla, huzurla, sürurla gelen mübarek Ramazan, sen tekrar hoş safa geldin, baş göz üstüne geldin.

Efendim, Ramazanınız mübarek olsun. Cenâb-ı Hak, yaptığınız ve yapacağınız bütün ibadetlerinizi kabul etsin, sabırlar ihsan eylesin. Oruç tutmada sıkıntı hissedenlere de dayanma gücü versin. İftar ve sahurlarınız bereketlerle, nurlarla dolsun!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*