Allah sonumuzu hayretsin, memlekette yine acaib şeyler oluyor. Son zamanlardaki hadiseler, çok da milletin lehine şeyler değil.
Bunların üstüne, bir de şu son tahliyeler çıkınca, işler iyice sarpa sardı, karıştı. Azınlığın çoğunluğa tagallüb ve tahakkümüne alışmış olan o bir avuç zorba, yıllardır bu millete kan kusturmuşlardır. Ondan başka da hep, milletin; dirliğini, düzenini, huzurunu, saadetini bozucu hareketlerin içinde olmuşlardır. Çünkü bunlar, komitacılıktan gelmişlerdir. Ruhlarında hep yakıp- yıkma anarşi çıkarma vardır. Millet bunların hiçbir zaman umurlarında olmamıştır ki. Onlar, “millet” diye, hep yanlarındaki bir avuç güruhu görmüştür. Milletin çoğunluğu onlar için, bir “oy çokluğundan” başka bir şey değildir. Hani onların tabiriyle “cahil oy çoğunluğu”.Birçoğunun kökünü araştırsanız, kesin olarak bu asil ve aziz milletten değildirler. Milletin rağmına olan bütün işlerin içinde ve başında bunlar vardır. İnkılâplarda da, ihtilallarde de, her türlü karıştırıcılık, provoke işler, anarşistlik hep bunların başının altından çıkmıştır. Onlara sorsanız, bütün bu “iyi işleri” hep millet için hep “Türk milleti adına” yapmışlardır. Güya, milletin onlara verdiği yetkiye dayanarak yapmışlardır ama ne hikmetse, milletin ne onlara o kötü işlerden dolayı bir yetki verdiği vardır. Ve ne de o işlerden milletin haberi vardır!
İşte o güruhun, son şu 28 Şubat ayağı, millete yaptıkları o bed muamelelerden dolayı, hesap vermek için hapse konulmuşken, ne hikmetse birden “hiçbir şey olmamış” gibi ve adeta “bir kahraman edasıyla” hapishaneden çıkartılınca, her birisi bir horoz, bir kabadayı kesilmiş, utanmadan atıp-tutmaya, milletle, milletin değerleriyle yeniden savaşmaya başlamışlardır. Bunlardan biri de, ömür boyu tescilli bir anarşist olan Doğu Perinçek’tir! Fakat onun sözleri ve söyledikleri, öyle yenir yutulur cinsten bir şey değildir! Âlenen küstahlaşarak ve nereden aldığı belli olmayan bir cüretle “Cemaatlerin, tarikatların kökünü kazıyacağız!”demiş. Daha başka da saçma sapan sözler söyleyen o kendini bilmez şaşkına şunu söylüyoruz! Beyzade, ağır ol da molla desinler! Sen kimsin ki, millete, milletin değerlerine bu kadar saldırmaya çalışıyorsun? Yıllardır, senin ağababaların; asarak, keserek, bu milletin değerlerini kaldıramamış, yok edememiş, sen kimsin be! Otur oturduğun yerde!
BİR 12 MART HATIRASI
Yoğun gündemden dolayı, bazen yazacaklarımızı da şaşırıyoruz. Aslında bu seneki 12 Mart ile alâkalı bir yazı yazmayı düşünüyorduk ama işte unuttuk. O gün olmasa da ve istediğimiz yazıyı yazamasak da, biraz da fıkra gibi bir hatıramızı anlatalım: Hep demokratların başında patlayan ve paralel olarak da nurculara da büyük darbelerin vurulduğu ihtilalerin ikincisi olan 12 Mart 1971 hadisesi olduğu zaman, biz 17 yaşımızı tamamlayıp, 18 e girmek üzereydik. Ve bir senelik de nur talebesiydik.
Millet düşmanları, işte o meş’um hadiseye sebeb olduktan sonra, sokağa çıkma yasağı ilân etmişlerdi. Gece yasak başlamadan önce, herkes acele ile evine giderdi. Bir akşam, zannedersem, Necati Yılmaz ağabey, Lütfi Taşçı ve bir-iki arkadaşla sohbete gitmiştik. Gerçi, o gibi toplantı ve bir araya gelmeleri görseler hiç affı yok ha! Hemen kodese atarlar! Ama kim korkar? Hele serde “nurculuk” vasfı olduktan sonra, korku bize vız gelir, tırıs giderdi evelallah! Ders dönüşü biraz geç kalmış, sokağa çıkma yasağına denk gelmiştik. Otobüs durağında beklerken yanımıza yalpalaya yalpalaya, bir elinde de sigarası ile bir sarhoş yanımıza yaklaştı ve “abiii ateş varrr mı?” dedi. Tabii bizim hazırcevap ve nüktedan Necati ağabeyimiz” kardeş biz de ateş yok, nur var” dedi. Tabii adam bunu anlamadı kendi kendine söylenerek yanımızdan ayrılmaya başlarken, bir baktık bekçi baba (o yıllardaki kahverengi rütbeli polis yardımcıları) düdüğünü çalarak yanımıza geldi. “heyyy, ne işiniz var bu saatte, sokağa çıkma yasağı olduğunu bilmiyor musunuz?” dedi. Yine bizim Necati ağabey, ona da bir cevap verdi. Tebessüm ederek ve sarhoşu da işaret ederek, “ya bekçi baba, bu saatte sokakta kim olur? Bekçiler, sarhoşlar bir de nurcular” deyince, daha bekçi de kendini tutamayıp bu söze bir güldü. Tabii Necati ağabey devamla” ya, son otobüsü kaçırdık, onun için buradayız işte” deyince bekçi, “yahu çabuk göz önünden kaybolun!” diye yanımızdan uzaklaştı gitti. İşte, o günlerden kalan tatlı ve hüzünlü bir hatıra…
Benzer konuda makaleler:
- Acâib bir sokağa çıkma yasağı
- Cemil Çelik ağabey…
- Üç anarşistin karşısındaki “Bursa nutku”…
- Ordunun Millete sadakati şerefidir!
- O gün sabah namazında camilerde yer bulamadık
- M. Kemal bu millete dost değildir!
- İstibdad-ı mutlak yeter! Gerçek Cumhuriyet istiyoruz
- Anarşinin temelinin atıldığı sene: 12 Mart 1971
- 27 Mayıs
- Yarım asırlık hıyanet
Sayın Osman Üstat, aslında derinlemesine bilgin olduğun ve de feraset sahibi olduğun gün gibi aşikardır. Ancak bir kısım kişileri darıltmamak, küstürmemek, uzaklaştırmamak uğruna yaşanan vahim olayları dolaylı yollara saparak, yada dikkatleri yan tarafa çekerek yazıyorsunuz. Üstadım biz anlıyoruz da, Üstat Saidi Nursi gibi doğrudan açık, net olarak neden yazmıyorsunuz? Bu ne idüğü belirsiz işleri yapan, ülkenin en başındaki kişilerin amaçları nedir, neden böyle toplumu, islami değerleri yanıltcı itibarsızlaştırıcı korkunç davranışları sistemli şekilde devam ettiriyorlar? Daha cesurca, bizleri yönlendirici yazılar bekliyoruz. Saygılarımla.