Şeriat ve demokrasi

Şeriatın demokrasi ile bağdaşmayacağını radikal ve siyasal İslâmcılar ile ateistler ve din düşmanları iddia etmektedirler. Her ikisi de ifrat ve tefrit denen aşırı uçları temsil etmektedir. Maalesef iddiaları bilgiden çok arzuya dayanmaktadır.

İşin doğrusu ise “Ehl-i Sünnet”in takip ettiği “Yöneticiyi belirlemek halkın ve Müslümanların görevidir. Bunu da istişare ve seçim metodu ile liyakatı esas alarak yaparlar” fikridir. Şeriat ile demokrasi burada buluşurlar.

“Asr-ı Saadette” sahabenin uygulaması göstermektedir ki yönetim aile, kabile ve bir zümrenin “Saltanat” idaresi değildir.

Peki hangi yönetim biçimini uygulamışlardır?

“Hürriyet, Adalet, Seçim ve Meşvereti” esas alan “Demokrasi”yi…

***

Demokrasi tamam da “Kanun yapma yetkisi kime aittir? Allah’ın kanunları varken demokratik usûlle seçilmiş meclisin kanun yapma yetkisi var mı?” “Onlar Allah’ın kanunları ile, yani şeriat ile mi hükmedecekler, yoksa akıllarına göre mi kanun yapacaklar?”

Bunu soranlar da “şeriatın” “kanunun” ve “kanun hâkimiyetinin” ne anlama geldiğini bilmeyen “yasama ve yürütme”nin nasıl olacağı konusunda bilgisi olmayanlardır.

Asrımızın en büyük “şeriat âlimi” Bediüzzaman’dır. O ne diyor?

Diyor ki: “Beşerin ef’âl-i ihtiyariyesini tanzim eden şeriat, kavanin-i akliyeden ibarettir.” (Mesnevî-i Nuriye, 391-392.)

Ne demek?

Kur’ân-ı Kerîmin insan iradesinden kaynaklanan davranışlarını tanzim eden emir ve yasakları insan ihtiyacını karşılamaya yönelik, huzur ve adaleti sağlamayı amaçlayan akla uygun kurallardır.

***

Kanunlar insan ihtiyaçlarından kaynaklanır ve insanlar arasındaki anlaşmazlıkları adalet uygun gidermeyi amaçlar. İnsan ihtiyaçları da nüfusun artması ve medeniyetin gelişmesi ile çoğalır. Yeni yasalara ve kurallara ihtiyaç duyar.

Ne gibi?

“Ticaret Kanunu” “Belediyeler Kanunu” “Trafik Kanunu” “Eğitim ve Öğretim Kanunu” gibi…

Bu yasaları kim neye göre yapacaktır?

İhtiyacı karşılama ve adaleti sağlama amacı ile akla göre yapacaktır.

***

İşte bu noktada Bediüzzaman der ki:

“Şeriat ile devlet nizamı makul ve itibarî emirlerdendir. İnsanlardan sudur eden ef’âl-i ihtiyariyeyi (iradî fiilleri) bir nizam ve intizam altına alıp tahdit eden (sınırlayan) kaidelerin hulâsasıdır. Veya devletin işlerini tanzim eden nizamların, düsturların, kanunların mecmuasıdır.” (İşaratu’l-İ’caz, 238.)

***

Peki bu kanunları bir diktatör kendi arzusuna göre mi yapsın? Yoksa milletin seçtiği liyakatli, bilgili bir meclis toplumun ihtiyacını karşılamak ve aralarında adaleti sağlamak amacı ile istişare ederek mi yapsın?

Seçkin bir meclisin yasaları mı hâkim olsun, yoksa bir şahsın arzuları mı topluma hükmetsin?

Demek ki şeriat yönetimi “Kanun Hâkimiyeti” demektir.

Toplumda hükmeden güç “Kanun Gücü” olmalıdır. İnsanlar yöneticilerden değil, kanundan korkmalıdır. Adaleti kişiler değil, kanunlar sağlamalıdır.

Keyfi yönetim, şahıs istibdadı şeriata aykırıdır. Bunun için Bediüzzaman: “Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa istibdat münkasım olmuş olur ve komitecilik tam şiddetlenir.” (ESDE, Divan-ı Harb-i Örfi, 143.) demektedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*