“Şeytan, sevince düşmandır.”

Cömert ve Cimri:
Cömert parasını yer; cimri kendini…

*

Bekleme Salonu:

Ey dünya, insanlığın gözünü korkutma! Müjdeyle gel! Zengin bir âlem ve kendimiz bize hediye edilmiş. Dilinden şu kabalıkları at! Kalbini yumuşat! Sakin ol! Ölüm hepimizi teslim alıyor. Yani buranın bir bekleme salonu olduğunu unutup duruyoruz. Bak; teker teker içeri alıyorlar. Bu hırs, kin, nefret, bencillik niçin?

*

Hayat:

Kaldığın yerden başladığın şeye “hayat” diyorlar.

*

Yarış:

Acaba diyorum, dünya: “Kim daha cahil!” gösterisine mi başladı! Eğer böyleyse… yok; böyle gibi…

*

Seyir Hâli:

Sakin bir sonbahar… Hafif yağmur… Rüzgârlar yol yapmış içimde… Bir sığınak arar gibiyim.

*

Edebiyat:

Edebiyatı duygu ve düşüncelerin rahatça ifadesi olarak da tarif ediyorlar. Yerinde ve zamanında konuşma, yazma sanatı… Eee, bu herkese gerekli bir şey; sadece edebiyatçılara has değil ki…

*

Derin Şüphe:

Bir bakın; dünyanın huzurunu kaçıranlar kim?!… Para kimin elindeyse… onlar mı yoksa!

*

Mektup:

Dünyaya mektup yazsam; herkesle herkesi görüşmeye çağırsam…

*

Diksiyon ve Hitabet:

Diksiyon, kelimenin dışını; hitabet, içini işlemek olsa gerek…

*

Pencere Aralıkları:

Canınız mı sıkılıyor; sıkılmayın; bildiğim kolay ve rahat/latıcı yollardan söyleyeyim; belki işe yarar: Ara sıra hasta/ne, hapisane, mezarlık ziyaretleri olsa iyi olur. Başka yollar da var. Bunlar birkaç ipucu olsun! Canı sıkılan ilk siz değilsiniz ki… Bir de can sıkmakla iş hallolmuyor ki… Daha da daha gidiyor huzur.

*

Eğitim Yarası:

Doktor yanlış ilâç verince bedenimiz; öğretmen verince ruhumuz yaralanıyor ve belki ölüyor! Birini görüyoruz; öbürüne körüz. Bu nasıl gaflet? Kendi problemini çözemeyen öğretmen; eğitim problemini nasıl çözecek! Eğitimi “ti”ye aldığımızın farkında mıyız? Günler kutlanır art arda; şu günü, bu günü… “Öğretmenler Günü” de bunlardan biri… de… “Günün Öğretmenleri” gülüyor mu? Ah öğretmenim, vah öğretmenim… yollu manşetler atılıyor, haberler yapılıyorsa… d/aha burada duralım. Yaraya neşter vuralım. Yapılacak birinci iş; bu yangını söndürmektir. Acımalı ve bol nutuklu sözler, “büyük” ülkelere hiç mi hiç yakışmıyor!

*

Şefkat:

Bebeklere bile yaşama hakkı tanınmayan bir yere geldiysek… medeniyetin “şefkat” olduğunu diyeyim o zaman.

*

İnsan Olmak Var/dı:

Dünya çok gürültülü… Ve sadece para kazanmak için gelmişiz gibi koşturmalar… Bir evin olacak bir de araban… Sonra? Bunlar çoğaldı, çoğalıyor da… “insan olmak” hangi halde?!… Ne de çok diploma almışsın öyle!

*

Tek Diş:

“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.” Ya bir de böyle tek dişiyle bile insanlığa diş biliyorsa… bu medenî geçinenlerin kimliğini tanıyalım o zaman!

*

Oyunumuza Hoş Geldiniz:

Tanpınar’ın “Huzur” romanını sahneye uyarlamışlardı; gittim. Bir sefer de başka bir oyun niyetiyle bilet almıştım. Yanlışlıkla yine “Huzur!” Onu da huzurla seyrettim de… bu iki aynı oyun meselesinden şuraya gelmek istiyorum: Ne kadar diploma alınması gerekiyorsa… -devletin ve babamın zoruyla da olsa- aldım. Meğer hep “aynı” oyunları sahneye koyacaklarmış; ilkokuldan üniversite son sınıfa kadar. Hiçbiri “huzur” vermedi dersem çok mu mübâlağalı olur? Oyunun farkına varıncaya kadar hayatının kocaman dilimini koparmış oluyorlar. Ahirzaman sancıları neymiş böyle!

*

Medeniyet Arayışı:

Binalar şehirlere sığmıyor. Ve gökyüzünü kapattık. Beton yığınları nefesinizi daraltıyor. Bu durumları “medeniyet” kelimesiyle yan yana getirip de bu kutlu kelimenin ağzının tadını bozmayalım. Havayı, suyu kirletmek “medeniyet” olabilir mi! Karmaşa deyin, hırs deyin, beton kirliliği deyin… de… “medeniyet” demeyin! Kelimelerin adresini muhafaza edelim.

*

Bandrol:

Kitaplara bandrol sonradan çıktı. Bu da ayrı bir eziyet, para… Zaten az okuyan toplumu; daha da az okutmak mı!

*

Dünyaseverlere:

Dünya, dünya; yalan dünya! Okumaktan uzaklaştın ya… dünyayı bir pula okutuyorsun! Yapma, etme! Anladım; işe yaramıyor diplomaların; bundan sonra da yarayacağa benzemiyor! Mevsimleri oku! Ölüm diye bir şey var! Ey dünyaseverler! Sığamadınız dünyaya, ha! Rızık, boğazından geçenmiş. Biriktirip ne yapacaksın! Kalbin, adımların sıkışık… Kanser oluyorsun durmadan. Bak; şimdi de evden çıkma, diyorlar. Gele gele buralara mı gelecektik! Ben bu işi sevmedim. Sofraların misafirsiz. Çok boşluktasın. Ne kadar çalışsan da bir kelebek kadar işin yok; geçici bir iş bul kendine!

*

Tezat-mezat:

Ölüyle, deliyle, hastayla, hapisle konuşunca insan hayata bağlan(ma)manın bir yolunu buluyor gibi…

*

Bet/on:

Şehirlerin en ortasındaki ağaçlar “çirkin” bulunup kesiliyor; yerine “güzelim” betonlar dikiliyor! Gökyüzünü görmeyelim, nefes almayalım diye… Yoksa niye?!… Dünyanın betona ihtiyacı var da biz mi bilmiyoruz. Ve yollar kocaman “taş arabaları”ndan geçilmiyor!

*

Hür Dünya:

Bu kadar savaş narası, açlık, istibdat varken… bu “hür dünya” ne iş yapar acaba?

*

Cehalet:

Cehalet, komşusu açken karnını tıka basa doyurur. Cimriden kocaman elleri ile toplar, toplar da dağıtmaz. Ne yer ne yedirir. Cehalet gösteriş meraklısıdır. Katlı, çok

katlı binalar yapar. Ah cehalet! Bağırır, çağırır da… konuşmaz, konuşamaz! Sesi vardır da… sözü yoktur dev anasının.

*

Hakikat Arayışı:

Okullar mı? Nasıl desem bilmem ki! Hayattan o kadar kopuk ki… Onca diploma alıyoruz fakat: “Hayat nedir?” sorusuna cevaplar veremiyoruz. Meselâ edebiyat “sınıfta” kalıyor (dışarı çıkamıyor); öğrenci “geçip” gidiyor! Matematik, fizik de öyle… Yeni bir Sinan’ın, Yunus’un var mı! Veya onlara özenenin/yaklaşanın… Az biraz “hakikate” dönsek iyi olacak!

*

İtiraf Vakti:

Haydi, nerdesiniz dünyanın edebiyatçıları, doktorları, felsefecileri, para babaları ve saireleri? Dünya niye yangın yerine döndü? İtiraf edin anlamadığınızı da dünya da başının çaresine baksın! Biliyormuş rollerini terk edin!

*

Zincir:

İki zincir: Esâret ve ücret. Kırılması gereken… ve âcilen…

*

Sevincin Düşmanları:

Sadece para kazanmak da değil; insanlığın yaşama sevincini tehlikeye atıyorlar. Bir toplantıda not almışım: “Şeytan sevince düşmandır.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*