Birinci Mesele
Birinci Şuâda bir iki âyetin işaretinde, Risâle-i Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gireceklerini ve ehl-i Cennet olacaklarını kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir.
Birinci Emare: İman-ı tahkiki ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler. Demişler ki: “Sekerat vaktinde, şeytan, vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevî iman-ı tahkiki ise yalnız akılda durmuyor, belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor. “
Bu iman-ı tahkikînin vüsulüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile, keşf ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol, ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir:
İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle bürhanî ve Kur’ânî bir tarzda akıl ve kalbin imtizacıyla hakkalyakin derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakin ile hakaik-ı imaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol, Risâle-i Nur’un esası, mayesi, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkaları dahi insafla baksalar, Risâle-i Nur’un, hakaik-ı imaniyeye muhalif olan yolları gayr-i mümkün ve muhal ve mümtenî derecesinde gösterdiğini görecekler.
İkinci emare: Risâle-i Nur’un sadık şakirdlerinin hüsn-ü akıbetlerine ve iman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî duâlar oluyor ki, o duâların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor. Ezcümle, Risâle-i Nur’un bir hadimi ve birtek şakirdi yirmi dört saatte lâakal Risâle-i Nur Talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına, yüz defa Risâle-i Nur Talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi-otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususî hüsn-ü akıbetlerine ve imanla kabre girmelerine aynı duâyı en ziyade kabule medar olan şerâit içinde ediyor.
Hem Risâle-i Nur Talebeleri, bu zamanda her cihetten ziyade hücuma maruz iman hususunda birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimî, masum lisanlarıyla duâlarının yekünü öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet, onun reddine müsaade etmez. Faraza mecmuu itibarıyle reddedilse de, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine herbiri selâmet-i imanla kabre gireceğine kafï geliyor. Çünkü herbir duâ umuma bakar.
Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 29; Kastamonu Lâhikası, s. 18
LÜGATÇE:
iman-ı tahkikî: İnandığı şeylerin aslını, esasını bilerek inanma.
ilmelyakin: İlim yoluyla kesin olarak bilme, inanma.
hakkalyakin: Marifet mertebesinin en yükseği; en kesin bir sûrette hakikati görüp yaşamak hali.
selb: Zorla alma, kapma, ortadan kaldırma.
ehl-i keşf: Perdeli olan ve zahirî duygularla bilinemeyen hakikatleri keşfeden veli.
ehl-i tahkik: Hakikatleri delilleriyle bilen âlimler; tahkik ehli.
zeval: Son bulma.
ehass-ı havass: Elit tabaka, üst tabaka, manevî mertebesi yüksek olanlar.
şerâit: Şartlar.
Benzer konuda makaleler:
- Şeytanın zarar veremediği iman
- Şeytanın zarar veremediği iman
- Kabre imanla girmek
- Nuranî bir yol var
- İmtihan sırrının sırrı
- Amaç ittifak, vesilelerde ihtilâf
- Tahkikî, gerçek iman
- Hadsiz musîbetlere iman dersleri ile dayanılır
- İman ile amel-i salih birbirini beslemeli
- Okullarda tahkik-i iman dersi okutulsun
Kur’an’ı çağa tefsir ederek, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyadaki vazifem nedir?” sorularına cevaplar sunan, “iman-ı tahkiki”, “ahlâk” ve “istikamet” rehberi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi.
İlk yorum yapan olun