Şeyhülislam Ahmed Camî (1049-1141)

On bir ve on ikinci asırlarda, Horasan bölgesinde yetişip hizmet eden İslam alimlerindendir. Adı Ahmed’tir. Oğluna izafeten Ebu Nasr, doğduğu köyden dolayı Nâmekî, hicret edip yaşadığı Cam şehrinden ötürü Câmî, ünlü sahabe Cerir bin Abdullah’ın soyundan geldiği için el-Arabî gibi unvan ve nisbetlerle anılmıştır. Ayrıca kendisine Şeyhülislam, Şeyh-i Câm, Pir-i Câm gibi unvanlar da verilmiştir. Risale-i Nur’da ismi zikredilmekte olup kendisi için meşhur Şeyhülislam denilmiş, İmam-ı Rabbani’nin geleceğini önceden haber verdiği kaydedilmiştir. Künyesi Ebu Nasr Ahmed bin Ebil-Hasen en-Nâmekî şeklindedir.

Ahmed, 1049 yılında Horasan’ın Keşmir bölgesinde yer alan Namek köyünde doğdu. Köyüne atfen Ahmed Namekî, daha sonra yerleşmiş bulunduğu Cam şehrinden dolayı da Camî unvanlarını almıştır. Kendi tabiriyle, gençlik yıllarını avare ve ayyaş olarak geçirdi. Dost ve arkadaşlarıyla birlikte içki meclisleri düzenlemekteydi. Bunlardan birinde dostları için düzenlediği işret meclisi sırasında karşılaştığı bir takım harikulade durumlar üzerine tövbe etti. Bu sırada yirmi iki yaşında bulunuyordu. Bu gelişme üzerine ailesini ve köyünü terk ederek Cam şehri yakınlarında bulunan dağda inzivaya çekildi. Uzun bir süre bu yaşantıyı sürdürdü.

Ahmed, inziva hayatı sırasında kelam, fıkıh, hadis, tefsir, tasavvuf ve edebiyat sahalarında kendini yetiştirdi. İnsanları irşat edip doğru yolu göstermede, güler yüzlü ve yumuşak huylu olmayı simgeledi. Kaleme aldığı mensur eserlerinde züht ve takvaya önem verirken, şiirlerinde daha çok sevgi üzerinde durdu. Aşıkane ve zaman zaman rindane manzumeler kaleme aldı. Kendisiyle ilgili nakledilen menkıbeye göre, kırk yaşında iken ilham yoluyla inzivayı terk etmesi bildirildi. Bundan sonra insanların arasına karışmaya başladı ve elli yılı aşkın süre zarfında irşat ile iştigal etti.

İnsanlara vaaz vermek ve nasihatte bulunmak üzere seyahate çıkan Ahmed Cami, Herat, Merv, Serahs, Bazcan, Baharz ve Nişabur’da bulunan alim ve idarecilerle tanıştı. Dini hakikatlerin yaygınlaşması ve halkın doğru bilgilerle donatılması için gayret sarf etti. 1140 yılında dini vecibeyi yerine getirmek için hacca gitti. Hac dönüşü Nişabur’a uğradı. Bu vesileyle şehrin ileri gelenleriyle görüşmelerde bulundu.

Risale-i Nur’da ismi zikredilmekte; Gavs-ı Azamın gelecekten haber verdiği gibi, meşhur Şeyhülislam Ahmed Camî’nin de önceden, İmam-ı Rabbani (ra) olan Ahmed-i Farukî’nin geleceğini haber vermiş olduğu belirtilmektedir. Bir çok evliyanın istikbalden haber verdiğine işaret eden Bediüzzaman, bu zatlardan bazılarının açık bir şekilde haber vermelerine karşılık, bir kısmının da haberlerini müphem şekilde aktardıklarını belirtmektedir. Ancak, işaret ettikleri şahıslar büyük zatlardan müteşekkil olmaları sebebiyle, haberin büyük önem arz ettiğini belirtmiştir; “Meselâ, Ahmed Câmi (k.s.) demiş ki: ‘Her dört yüz sene başında mühim bir Ahmed gelir. Bin tarihi başındaki Ahmed en mühimidir.’ Yani o elfin müceddididir. İşte böyle mutlak bir surette söylediği halde, İmam-ı Rabbânînin (k.s.) büyüklüğü ve taşahhusu, o haber-i gaybîyi kat’iyen kendine almış. Hazret-i Mevlâna Celâleddin-i Rumî de (k.s.) Nakşibendîden müphem bir surette bahsetmiş; fakat Nakşîlerin büyüklüğü ve yüksekliği ve teşahhusları o haberi de bil’istihkak kendilerine almışlar.” (Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 1997, s. 142).

Namekî’nin yaşadığı dönemde bazı mutasavvıflar evlenmemeyi tercih ettikleri halde kendisi evlendi. Otuz dokuzu erkek ve üçü kız olmak üzere kırk iki çocuğu dünyaya geldi. Evlendiği gibi başkalarına da evlenmeyi tavsiye etti. Dokuz-on asırdan beri soyundan gelenlerin büyük bir yekun teşkil ettiği, günümüzde bile İran’da manevi nüfuzu devam eden kişilerden olduğu bilinmektedir.

Ahmed Camî, 15 Ağustos 1141 tarihinde Cam şehri yakınlarında bulunan Medabad köyünde bulunan zaviyesinde vefat etti ve buraya defnedildi. Doksan yılı aşkın uzun bir ömür yaşayan alim, üç yüz bin ila altı yüz bin arasında tahmin edilen insanın imanının kurtuluşuna vesile oldu. Medabad önemli bir yer olmadığı halde, alimin burada vefatı ve türbesinin burada olması, soyundan gelenlerin burada oturmaya devam etmeleri, sık sık ziyaret edilen yerlerden biri haline gelmesine sebep oldu. Bir süre sonra, şehir adından çok Türbet-i Şeyh-i Cam ismiyle anılmaya başlandı.

Sünni mutasavvıflardan olan Camî, Allah’a imandan sonra en önemli görev olarak, sünnet ehli ve cemaate sadakatle bağlanmayı gösterdi. Semâ’ın haram olmadığını belirtmekle beraber, yaşadığı dönemde semâ yapanların nefsani arzularına boyun eğdiklerini, bilerek veya bilmeyerek yanlış yola saplandıklarını belirtti. Kendi müntesiplerine açıktan zikir yapma yerine gizli zikir yapmalarını tavsiye etti. Sahte şeyhlere karşı insanları uyararak herkesin peşinden gidilemeyeceği ikazında bulundu. Mealen şu ifadeleri de kullandı:

İyi arkadaş iki dünya hayatı için de büyük saadettir. Gayeye çabuk ulaşmayı sağlar. İyi bir arkadaşa sahip olan kimse Allah’a hamd etmeli, daima iyi kimselerle birlikte bulunmalıdır. Ta ki, kıyamette pişmanlık duymasın. İnsanların başına gelen her felaket, kötü arkadaşlar yüzünden gelir. Böyle insanlardan uzak durmak gerekir. Karşılaştığınız, görüp-görüştüğünüz şahıs, eğer sizin Cenab-ı Hakk’ı hatırlamanızı, O’na gönül bağınızın güçlenmesini sağlıyor ve kalbinizin uyanık kalmasına vesile oluyorsa, biliniz ki, o iyi bir arkadaştır. Şayet, birlikte bulunduğunuz kişi, sizi Cenab-ı Hakk’ı anmaktan ve zikretmekten uzaklaştırıp unutturuyorsa, biliniz ki, o da kötü bir arkadaştır. Dolayısıyla ondan sakınmanız ve uzak durmanız gerekir.

Eserleri

Şeyhülislam Ahmed Namekî Camî, umumiyetle tasavvuf, terbiye ve edep, nasihat ve öğütlerle ilgili mevzular üzerinde durmuştur. Alim, sade bir ifade ile ve Farsça olarak eserlerini kaleme almıştır. Gayesine ulaşmak için diyaloglara yer vermiş, sık sık temsil ve teşbihlerde bulunmuştur. Tövbe etmiş olan oğlu Necmeddin’in isteği üzerine, kurtuluşun anahtarını vermek maksadıyla Miftahü’l-necat adlı eserini kaleme almıştır. Bir mukaddime ve yedi bölümden müteşekkil eser Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmakta olup, Ali Fazıl tarafından yayımlanmıştır. Semerkant’tan yazmış bulunduğu mektupları Risale-i Semerkandiyye adıyla bir araya toplanmış ve kısmen yayımlanmıştır. Fikir ve düşüncelerini, kendisine bağlanan ve takip edenlere daha kolay ulaştırmak için Ünsü’t-taibin siratu’l-lahi’l-müstakim adlı eserini yazmıştır. Bu eser de iki cilt halinde neşredilmiştir. Bir diğer önemli eseri ise Divan’ıdır. Bu eserinde, Ahmed-i Câmî mahlasını kullanarak yazdığı şiirleri yer almaktadır. Bu eseri de birkaç kez basılmıştır. Ravzatü’l-müznibin adlı eseri de yine Ali Fazıl tarafından neşredilmiştir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*