Bir hafta süren Almanya seyahatinden çok güzel, çok hayırlı ve bir o kadar da müjdeli haberlerle döndük.
Bu hayırlı ve müjdeli gelişmeleri sizlerle peyderpey paylaşmak arzusundayız.
Bugün aciliyeti itibariyle, hem orada hem burada şu sıralar çokça konuşulup tartışılan “Bediüzzaman’ın seyyidliği” meselesi hakkındaki mülâhazalarımızı aktarmaya çalışalım.Bediüzzaman diyor ki:
“Bugün tarih–i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âli hasep ve asil neseple mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl–i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun.”
Mektubat, s. 426
* * *
“Sünnet–i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl–i Beyttir.
“…Hakikat–i Hadîsiye bildirilmiş ki, Âl–i Beyt’ten, vazife–i risaletçe muradı, Sünnet–i Seniyyesidir.”
Lem’alar, s. 27, 28
Seyyidlik şerefi
Bediüzzaman Hazretlerinin Hz. Peygamber’e (asm) kadar gidip dayanan “soyağacı”na dair belgeler, Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da büyük yankı uyandırdı.
Basına dağıtılan bilgi, belge ve broşürlerin orada pek büyük bir alâka ile karşılandığına bizzat şahit olduk.
Temin edilen materyallerin çoğaltılan fotokopileri bile elden ele adeta kapışılıyordu.
Demek ki, bu mesele hakkında dokümanter çalışmalara şiddetle ihtiyaç varmış.
Tâ ki, özellikle bu meselede şarlatanlık yapanların hızı kesilsin, istismarcılık ya da yara kaşıyıcılığı yapma imkânları kalmasın.
* * *
Hakiki Nur Talebeleri için, Üstad Bediüzzaman’ın şeceresine dair belgelerin fazla bir ehemmiyeti yok.
Zira, onlar Üstadlarının hem mânen, hem de neseben Âl–i Beyt’ten olduğuna zaten inanıyorlar. (Bkz: 22. Lem’ânın Hatime’sinde yer alan Küçük Ali’nin mektubu.)
Bu noktada, herhangi bir şek–şüphe içinde değiller.
Öyle ki, Hz. Üstad’ın seyyidliğine dair bilumum bilgiler/belgeler ortaya serilse, hatta aradaki perde–i gayb açılsa, yine de onların yakîni pek değişmeyecek.
Yani, o derece bir yakinî kanaat içindeler.
Bu kanaati hasıl eden ise, şüphesiz ki, Risâle–i Nur’un vermiş olduğu “nur–u imânın kuvveti”dir. (Bkz: 24. Söz’ün 3. Dalı.)
* * *
Bir haftalık Almanya seyahatinin ardından Türkiye’ye dönüp medyadaki gelişmelere baktığımızda hayretle gördük ki, Bediüzzaman’ın seyyidliğine dair belgelerden bazı dostlar da bir cihette rahatsız olmuş.
Bu rahatsızlığın sebebini ana başlıklar halinde şöylece özetlemek mümkün:
* Bediüzzaman’ı seyyid göstermeye ne hacet var? Mühim olan, onun sözleri, kitapları, fikirleri değil mi?
* Bediüzzaman seyyid olsa ne olacak, olmasa ne değişecek? Kişinin hangi ırktan olduğunun ne önemi var?
* Bediüzzaman’ın seyyidliğine dair belgeler, pek inandırıcı değil. İşin kolayına gidilmiş.
* Seyyidlik belgeleriyle Bediüzzaman’ı Kürtlükten koparma, Kürtleri de Bediüzzaman’dan soğutma gayesi güdülüyor.
* Bediüzzaman, bazı eserlerinde “Ben Kürdüm” demiş; “Bir sülâle–i mârufeye nisbetim yoktur” demiş; vesaire. Bu seyyidlik de nereden çıktı şimdi?
Seyyidlik bir ırk mıdır ki?
Burada sıraladığımız endişelerin bir kısmı iyi niyetli olmakla beraber, yine de bunların hakka, hakikate isabet eden bir rotasını bilemiyor, bulamıyoruz.
Evvelâ, seyyidlik bir etnik menşe, bir ırkî unsur değildir.
Irk denen şey, kalıtım yoluyla babadan oğula geçer.
Oğulları yaşayamayan Hz. Peygamberin (asm) nesli ise, kızı Hz. Fatıma’dan devam etmiştir. (Hz. Ali’nin diğer hanımlarından doğan/çoğalan çocukları seyyid sayılmamış. Hoca Ahmed Yesevî gibi.)
Kız evlâdından devam eden neslin ırkı, etnisitesi değişkendir. Neslin tarifi, babaya göre yapılır.
Buna göre, Hz. Peygamber’in torunları ve Hz. Fatıma’nın çocukları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in neslinden gelen kız veya erkek evlâtlarıyla evlenen her kim olursa olsun (Arap, Türk, Kürt, Acem, hiç fark etmez) hepsinin çocukları anne veya baba tarafından seyyid sayılırlar.
İşte bu sırdandır ki, Bediüzzaman Hazretleri, “Hazret–i Fâtıma’nın nesl–i mübâreki” diye isimlendirdiği Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den gelen “iki nurânî silsile”nin dünyanın her tarafında, her milletten ziyade kesretli bulunduğuna bilhassa nazar–ı dikkati çekiyor. (“Nuranî nesl–i mübarek” için bakınız: Sözler, s. 377; Mektubat, s. 426, Lem’alar, s. 26)
Demek ki, seyyidler, en çok Arap içinde olmakla beraber, ırkî değil, bir nuranî silsile olup her milletin içinde bulunabilmektedirler.
* * *
Öte yandan, dün olduğu gibi bugün de Müslüman Kürtlerin kahir ekseriyeti seyyidlere pek hürmetkâr olup onları adeta baştacı ederler.
Dolayısıyla, dindar Kürtler, Bediüzzaman Hazretlerinin seyyidliğinden dolayı asla gücenmezler, gocunmazlar. Aksine, bundan büyük şeref duyar ve daha ziyade iftihar ederler. (Kürtlük damarını Kevser–i Kur’âniyeden akan Nur havuzu içinde tamamiyle eritemeyenler istisna.)
Kaldı ki, İslâm tarihi boyunca, Kur’ân ve Sünnet yolunda en büyük hizmeti yapan, en büyük ve en sıhhatli çığırları açarak asırlara damgasını vuran kudsî zatların hemen tamamı, o nuranî silsile olan Âl–i Beyt’ten gelmedir. Meselâ: Seyyid Abdülkadir–i Geylânî, Seyyid Ebu’l–Hasen–i Şâzelî, İmam–ı Şâfiî–yi Kureyşî, Seyyid Ahmed–i Bedevî, Seyyid Ahmedü’s–Sünûsî, Seyyid İdris, Seyyid Yahya, vd…
Bu arada, Emirdağ’lı (eski ismi Musulca!) talebelerinden Abdülkadir Ceylan (Geylan) Çalışkan’ı mânevî evlâd edinen Üstad Bediüzzaman, Çalışkanlar Hanedanı ile akrabalık (karabet–i nesliye) bağlarının bulunduğunu ve Gavs–ı Azam Şeyh Abdülkadir Geylanî’de neseben birleştiklerini, hatta “Anne tarafından Hüseynî, baba tarafından Hasenî olduğunu” aile büyüklerine (Osman, Mehmet Çalışkan) beyan ettiğini de hatırlatmış olalım.
Elhasıl: Kürt kökenliler de dahil olmak üzere, Nur’a hakiki talebe olan hiç kimsenin Üstad Bediüzzaman’ın seyyidliğine karşı herhangi bir itirazı, bir rahatsızlığı olmaz, olamaz ve olmamalı. Zira, “Helâket ve felâket asrının adamı” olan Hz. Bediüzzaman’ın kudsî, mânevî vazifedarlık ciheti de, onun seyyid olmasını iktiza ediyor. Sırr–ı teklif ve imtihan sebebiyle, zahirde görünen hikmetli perdeler, Nur Talebelerini zerrece şüpheye, tereddüde düşürmez, düşürmemeli.
Benzer konuda makaleler:
- Mi’rac sabahında yaşanan mu’cize
- Risale-i Nur’da Ehl-i Beyt anlatımı
- Mi’rac Gecesi’nin sabahında yaşanan mu’cize
- Mi’rac, gecesinin sabahında…
- Bildiğini bilmek
- Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır, vazife-i asliyeyi unutturur
- Saltanat-ı dünyevîye aldatıcıdır
- Âlem-i mânâda İslâm’ın mukadderatı
- Risale-i Nur’da mânevî emirler
- Kur’an ne zaman indirildi?
Latif Agabey eline ağzına sağlık..
Allah bu yolda giden herkese yardımcı olsun…
saygılarımla
Yusuf Said