Şiddetli soğuklara başka bir gözle bakmak

Türkiye’de Risale-i Nur camiası veya “Nurcular” olarak bilinen bir cemaat var. Bu camianın en büyük özelliklerinden birisi ve başta geleni, “tahkikî imanı” elde etme yolunda, yani Allah’a iman hakikati başta olmak üzere imanın altı şartına tam kuvvetli delillerle inanma ve bunun tatbikatını nefsinden başlayarak yakın dostları ve münasebet kurduğu bütün insanlarla paylaşma yolunda var gücüyle çabalamaktır.

Bu cemaat özelliği; güzel ahlâkı, kardeşliği, muhabbeti ve sevgiyi vatan topraklarında yaymaya çalışmaktır. Bunun için de evlerinde, iş yerlerinde, ulaşım vasıtalarında, pikniklerde, her türlü sohbet ortamlarında bu manevî mu’cizevî Kur’ân tefsiri Risale-i Nur’u devamlı olarak okurlar ve okutmaya çalışırlar. Hadiselere de Kur’ân ve sünnet penceresine bağlı olan Risale-i Nur’un izah ve yorumlarıyla bakmaya çalışırlar. Bu dâvâ ve hareketin cemiyete bakan çok farklı bir özelliği ise; tahkikî imanı kuvvetlendirmek başta olmak üzere toplumda asayişi muhafaza, kardeşlik ve muhabbet duygularını yaygınlaştırmak üzerine bina edilmiştir. Bu insanlar her türlü faaliyeti sadece ve sadece Allah rızasını kazanmak üzerine bina etmiştir. Dünyevî, hatta uhrevî başka hiçbir düşünce ve tatbikatları bu güne kadar olmamıştır.

Toplumun her kesimine hitap eden eserler yazan asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin yolunda giderek her türlü insan ve grupla samimî ve dostane münasebet kurmakla kendilerini mükellef bilirler.

Takip ettikleri önemli bir tarz ve usûl ise; yanlışlara dikkat çekme ve ikaz vazifelerini nezaketle yapma, doğruların yerleşmesi için gayret, nezaket ve medenî münasebetler çerçevesinde alâkadarlık gösterme, müsbet hareket gibi güzel huy ve hasletleri tatbik etmek olarak tezahür eder.

Bu yazıyı ve konuyu gündeme getirmeme sebep ise; şu anda elimde takip ettiğim Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin “Emirdağ Lâhikası” eserinden bu sabah okuduğum bir mektubun dikkatimi çekmesi ve sizlerle paylaşmak arzusudur. Yetmiş sene önce yazılmış bu mektup, bence bu günkü Türkiye şartlarına da uygun düşmektedir.

Mektup, rahmetli Adnan Menderes iktidarının milletvekillerine yazılmıştır. Ve hitap şöyledir: “Dindar ve hamiyetkâr ve vatanperver milletvekillerine şunu arz ediyorum:”

Risale-i Nur’dan uzun iktibasları yazılarımda vermeyi şu ana kadar hiç düşünmedim ve tatbik de etmedim. Fakat konunun bütünlüğünün ve insicamının bozulmaması için affınıza ve müsaadenize sığınarak mektubun büyük bir kısmını aynen nazarlarınıza vermek istiyorum.

“Mekke-i Mükerreme’de Hacerü’l-Esved yanında hürmet için konulduğunu hacıların gördükleri Zülfikâr-ı Mu’cizât-ı Kur’âniye mecmuasıyla, Medine-i Münevvere’de de Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın kabri üzerinde konulduğunu gördükleri Asâ-yı Mûsâ mecmuası gibi Risale-i Nur’un bir kısım eczaları, âlem-i İslâmın bizimle hakikî uhuvvetini temine vesile oldukları…”

“..hem Başbakanın ‘din propagandası yüzünden şimdiye kadar bu vatana hiçbir zarar gelmediğini’ söylediği halde, bu dindarların serbestiyeti hakkındaki kanunun tasdikinin tâcili ve takdimi lâzım gelirken tehir edilmesi, dindar meb’usların nazar-ı millette ‘Kendilerine düşen en ehemmiyetli dinî vazifelerini yapmıyorlar’ diye dindarların bir telâşları var. Biz de telâş ediyoruz ki, dahilî, gizli dinsizler ve komünizm hesabına çalışan hainler bu vaziyetten istifade etmemeleri için bu gelecek hakikati sizlere beyan etmeye hamiyyeten mecbur oldum. O hakikat de budur ki:

“Demokrat dindar milletvekillerine bir hakikati ihtar”

“Bugünlerde hastalığım itibarıyla kışın pek şiddetli hiddetine tahammül edemedim. Çok tecrübelerimle, umumî bir hatanın neticesinde hava ile zemin, zelzele ile fırtına ile gazab-ı İlâhîyi haber vermek nevinden hiddet ediyorlar gibi âdete muhalif bir vaziyet gösterdiler. Ben de bundan bir mânevî fırtınaya alâmet hissettim. Kalbime geldi ki: ‘Acaba yine İslâmiyet ve hakaik-i imaniye zararına bir hatâ-yı umumî mi meydana geldi?’ Âdetim olmadığı halde ve dünya siyasetini terk ettiğim halde bu nokta için sordum: ‘Ne var? Cerideler ne haber veriyorlar?’

“Bana dediler ki: ‘Din propagandasını yapan dindarların serbestiyet kanunu geri kalmış. Fakat solcular hakkındaki kanunu tâcil edip tasdik etmişler.’

“Kalbime geldi ki: Bu vatan ve İslâmiyetin maslahatı, herşeyden evvel dindarların serbestiyeti hakkındaki kanunun hem tâcil, hem tasdik ve hem de çabuk mekteplerde tatbik edilmesi elzemdir. Çünkü bu tasdikle Rusya’daki kırk milyona yakın Müslümanı, hem dört yüz milyon âlem-i İslâmın mânevî kuvvetini bir ihtiyat kuvveti olarak bu vatana kazandırmakla beraber, komünistin mânevî tahribatına karşı şimdiye kadar Rus’un, Amerika ve İngiliz’e karşı tecavüzünden ziyade bin senelik adavetinden dolayı en evvel bize tecavüz etmesi adavetinin muktezası iken, o tecavüzü durduran, şüphesiz hakaik-i Kur’âniye ve imaniyedir. Öyleyse, bu vatanda herşeyden evvel o acip kuvvete karşı hakaik-i Kur’âniye ve imaniyeyi bilfiil elde tutup dinsizliğin önüne kuvvetli bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî yapılması lâzım ve elzemdir.

“Çünkü dinsizlik Rus’u, şimdiye kadar yarı Çin’i ve yarı Avrupa’yı istilâ ettiği halde, bize karşı tecavüz ettirmeyip tevkif ettiren, hakaik-i imaniye ve Kur’âniyedir. Yoksa, Rusların tahribat nevinden mânevî kuvvetlerine karşı adliyenin binden birine maddî ceza vermesiyle; serserilere ve fakirlere, zenginlerin malını peşkeş çeken ve hevesli gençlere ehl-i namusun kızlarını ve ailelerini mübah kılan ve az bir zamanda Avrupa’nın yarısını elde eden bir kuvvete karşı, ancak ve ancak mânevî bombalar lâzım ki, o da hakaik-i Kur’âniye ve imaniye atom bombası olup o dehşetli solculuk cereyanını durdursun. Yoksa, adliye vasıtasıyla yüzden birine verilen maddî ceza ile bu küllî kuvvet tevkif edilmez.

“Onun için, dindar milletvekilleri bu tacili lâzım gelen hakikati tehir etmelerinden, çok defa tecrübelerle gördüğümüz gibi bu defa da küre-i hava şiddetli soğuğu ile buna itiraz ediyor.

“İki dehşetli Harb-i Umumînin neticesinde beşerde hasıl olan bir intibah-ı kavî ve beşerin tam uyanması cihetiyle, kat’iyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl-i Kur’ân’a kılıç çekemez. Said Nursî” (Emirdağ Lâhikası, eski baskı sh: 310; yeni baskı: Mektup No: 285)

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un bir çok yerinde; bu eserlerle kâinatın ve hadiselerin tamamıyla alâkadar olduğunu beyan ediyor. Hayvanlar da dahil olmak üzere bir çok hadisenin Risale-i Nur hakikatleriyle yakın alâkası olduğunu yüzlerce yerde ve mahkemelerde söylüyor.

Bu açıdan bu konudaki fikrimi ve tefekkürümü siz dostlarımla samimî olarak kısaca paylaşmak istedim. Ülkenin tamamını kapsayan şu andaki kışın şiddeti, kırk yıldır kıyı şeritlerinde görülmeyen soğuklar bize bir şeyleri ifade ediyor mu?

Kısmen ve teâmül olarak halledildiği sanılan ve tamamen hallolmayan en başta “başörtüsü” konusu olmak üzere dinî meselelerde, Müslümanları ilgilendiren konularda işi oluruna bırakırken, mevcut iktidarın terör meselesinde “çok büyük bir risk” alması ve bu konuya büyük önem vermesi acaba bir işaret ve İlâhî ihtar olabilir mi? Yoksa başka sebepler mi var? Samimiyetimle ifade etmek isterim ki bu konuda “siyasî” bir tarafgirlik asla yapmak istemiyorum. Sadece sabahın seher vaktinde okuduğum bir mektubu ve bu mektupla ilgili fikir ve hislerimi paylaşmak istedim. “Bu kadar şiddetli soğuk, Ege Denizinde meydana gelen son deprem acaba bir ihtar-ı İlâhî olabilir mi?” diye düşündüm. Olaylarla şiddetli soğuk ve kışın bir münasebeti olur mu? Siz ne dersiniz?

Manevî, arzî ve semavî belâ ve musîbetlerden muhafazası için, baştaki idarecilerimizin ve her türlü sorumlu ve yetkili kişilerin büyük hata ve yanlışa düşmemeleri için samimî ve devamlı duâlar edelim. İkazlarımızı yapalım. Toplum olarak dinî yaşayışımızdan tavizler vermemeye gayret edelim. Çünkü Bediüzzaman Hazretlerinin yine bir fetvası ve tesbitidir ki: “Hem böyle umumî musîbetler, ekser nâsın [insanların] hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri (kısm-ı azamı) tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def olur.” (Emirdağ Lâh: Eski baskı Sh: 33 Yeni: Mek. No: 14)

Daha büyük musîbet ve şerlerden Cenâb-ı Hakk’ın muhafaza etmesi ve duâlarımızın artarak devam etmesi dilek ve temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*