Şimdi daha çok “Nur”lara sarılmalı

Torba kanuna eklenen Risale-i Nur’un basımını engelleyen yasa tasarısının mantığını anlamakta –hâlâ- güçlük çekiyorum.

Kültür Bakanının sessiz kalması, bu meselenin “mesele” olduğunu bir bakıma teyit ediyor.

Hükümet kanadının toptancı bir yaklaşımla bu konuya duyarsız kalması bir yana, sanki böyle bir “sıkıntı” yokmuşcasına kulaklarına pamuk tıkaması ne ile izah edilebilir?

Elbette “onurlu” mücadelemizi meşrû dairede sürdürmeye kararlıyız. Tepkimizi dilimizin döndüğünce anlatacak, kalemimizin mürekkebi kuruyana kadar yazmaya devam edeceğiz, kuşkunuz olmasın.

Ancak vekillerin bu konuda hazırlıklı olması gerekiyordu. Bazı okurlarımızın tepkilerini dile getirirken, vekillerin ağza yakışmayacak ifadeler kullandığı bilgileri geliyor. Milletvekili adı üstünde, milletin vekili! Madem seçilerek o koltuklara oturmuş, o halde gereğini yapacak ve eleştirileri hazmedecekler.

Bu olaylar belki de Risale-i Nur’u okumaya mecbur olduğumuzu bir kez daha göstermiş oluyor. Risale-i Nur’un basımını engelleyen kafalar, belli ki “nur”ları okumuyor veya anlamak istemiyor olabilir. Ama şu zamanda bizim bu “nur”lara ne kadar muhtaç olduğumuzu bir kez daha gösteriyor.

Acaba, bu tür musîbetlerin gelmesi kalp dairesinde Risale-i Nur’lara karşı gevşek tutumumuzdan kaynaklanıyor diye sorduk mu kendimize.

Modern zamanın bize sunmuş olduğu bir takım olumsuzluklar üstümüze yapışıyor.

Zira, Risale-i Nur okumak öncelikle “şahsî kemalat” noktasında insanı geliştirir, diğer yönüyle de Kur’ân hizmetine daha fazla iştirak etmemize imkân sağlar.

Bu iki cihet birbiriyle yakından irtibatlıdır.

Birincinin zaafa uğraması halinde ikinci şıkkın sürekliliği kaybolur. Bir zaman sonra o da terke uğrar.

Yani; “Hizmet ediyorum” diye şahsî okumalarını sekteye uğratan, ibadetlerinde noksanlıklar baş gösteren kişilerin hizmetleri devamlılık arz etmez. Geçici bir süre parlamanın ardından söner gider.

Risale-i Nur’ları okumanın bir yönü var ki, tefekkür dünyamızı Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin nazarıyla yapabilmektir.

İşte bu yüzden Risale-i Nur’ları okumamız ve içselleştirmemiz elzem.

Bu yüzden Üstadımızın tesbiti ve müjdesi öneme haiz:

“Kat’i ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. Evet, onbeş sene yerine onbeş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikiye isal eder.” (Kastamonu Lâhikası)

Bizler, iman ve Kur’ân hizmetinde daha çok çalışmalıyız. Zira bu hakikatleri muhtaç gönüllere ve yaralanmış akıllara ulaştırmak için gayret göstermeliyiz.

Özetle diyoruz ki:

Risale-i Nur’u devlet tekeline almak Risale-i Nur’a paranga vurmak demektir.

Zaten devlet, uygulamalarla Risale-i Nur’ları yıllardır yasaklayarak “köstek” olmuştu. Şimdi de “destek” adını verdikleri uygulamalarla “köstek” oluyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*