Sistem dikiş tutmuyor

MİT yöneticilerini ifadeye çağıran savcıdan, “amirine bilgi vermediği ve gizliliği ihlâl ettiği” gerekçesiyle soruşturma dosyası alındı, ama yerine gelen meslektaşlarına devrettiği dosyadaki iddia ve suçlamalar, olduğu gibi duruyor.

Nitekim savcıyı o görevden alan Başsavcılık da, yaptığı açıklamada bu suçlamaları bir defa daha gündeme taşıdı.
Demek ki, olayın özü savcının şahsıyla ilgili değil ve savcılar değişse de süreç devam ediyor. Keza KESK’e de uzanan yeni KCK dalgasını yine Sarıkaya’nın yönetiyor olması dikkat çekici.

Bu arada Başsavcılık açıklamasında, soruşturmanın “görevi dışına çıkarak terör örgütüne eylemlerinde yardım ettiklerinden şüphe duyulan” bazı devlet görevlilerini kapsadığı belirtildi, ama bunların ifadeye çağrılan mevcut ve eski MİT idarecileriyle bağlantısına temas edilmedi.

İfade çağrısına karşı MİT’in savcılığa yaptığı itirazın cevabı da henüz verilmiş değil. Müsteşar dışındaki MİTçiler için çıkarılan yakalama kararı ise hâlâ geçerli. Emniyete bu kararı uygulamak için acele etmemesi talimatı verdiği söylenen hükümet, Meclise sevk ettiği kanunu çıkarıncaya kadar zaman kazanma gayreti içinde.

Gerçi bu kanunun içeriği de netleşmiş değil.
Adalet Bakanının düzenlemeyi MİT’çilerle sınırlı olmaktan çıkarıp asker veya sivil diğer kurum yöneticilerine de teşmil etme yönündeki sözleri bunun ifadesi. Ama işi genişlettikçe, bugün öngörülemeyen yeni sakıncalar doğabilir.

Zaten sistemin ürettiği problemleri böyle anlık değerlendirmelerle ve ortaya çıkan somut krize odaklı konjonktürel formüllerle çözme girişimleri her zaman yeni sorunlar doğurma potansiyelini içlerinde saklarlar. Ve bir yeri düzeltelim derken başka bir yerde aksaklıklar çıkar.

Şimdiye kadar yaşanan başka örneklerde de görüldüğü gibi, bir konuda yapılan düzenleme çoğu zaman ya anayasanın veya ilgili yasaların bir veya daha fazla maddeleriyle çelişebiliyor.

O zaman da işler iyiden iyiye karışıyor.
İlker Başbuğ’un tutuklanması olayında patlak veren “Yetki Yüce Divanda mı, özel yetkili ağır ceza mahkemesinde mi?” tartışması bu örneklerden biri. Ve işin ilginç tarafı, “Yüce Divan” diyenlerin dayanağı, 12 Eylül 2010 referandumunda oylanarak kabul edilen anayasa paketi!

Buna rağmen Başbuğ özel yetkili mahkemenin savcı ve hakimleri tarafından sorgulandı, tutuklandı ve cezaevine konuldu. Ama tartışma bitmedi, ileride de baş ağrıtacak şekilde sürüyor.

Bir diğer örnek, özel yetkili ağır ceza mahkemeleri sisteminin bizzat kendisi. Bilindiği gibi, bunlar daha önce devlet güvenlik mahkemeleri (DGM) adıyla çalışıyordu ve askerler de gerek savcı, gerekse hakim olarak bu kurumlarda görev yapıyordu. AB reformları çerçevesinde yapılan anayasa değişikliği ile önce asker üyelerin varlığına son verildi, sonra DGM’ler kaldırılıp yerlerine sivil ağır ceza mahkemeleri kuruldu.

Başlangıçta anarşi ve terörle daha etkili mücadele etme gerekçesiyle kurulan DGM’ler, 28 Şubat’ta “irtica”ya karşı kullanıldı; yerlerine geçen ağır ceza mahkemeleri ise Ergenekon, Balyoz gibi dâvâlarla kamuoyu gündemine geldi.

Ve son olayda işin ucu MİT üzerinden hükümete dokununca, HSYK çevrelerinde “Özel yetkili savcılar ve kürsüdeki hakimler öylesine psikoloji içinde ki, onlar el atmazsa ülke elden kayıp gidecek” gibi değerlendirmeler yapılmaya başlandı (Okan Müderrisoğlu, Sabah, 9.2.12).

Buna paralel olarak çözüm, sistemi düzeltmek yerine yine kişiye ve statüye endeksli formüllerde aranıyor. Ama bunlarla bir taraftan “Mevcut dokunulmazlıklara yenileri ilâve ediliyor” eleştirilerine yol açılıyor, diğer taraftan Erdoğan için “İstihbaratın da başı olacak, devletin bir kilit kurumunu daha şahsına bağlayacak” gibi, yine baş ağrıtacak iddialar seslendiriliyor.

Sonuç: Biri bitip biri başlayan krizlerin, artık dikiş tutmaz hale gelen sistemi A’den Z’ye yenileyecek köklü reformlardan başka bir çaresi yok.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*