Siyaset değil, inanç ve kimlik problemi

İslâm âlemi, temelde “siyaset” değil, “imân zaafı” ve “kimlik” problemi yaşıyor. Siyaset bir sonuçtur. Yâni, inanç, ibâdet, ahlâk, terbiye, ilim, fikir ve eğitimde baş gösteren hastalıklar, yediden yetmişe bütün toplumun her katmanını sarmıştır.

Bediüzzaman’ın işaretiyle; mânevî temelleri sarsılan Batı toplumu içerisinde doğan bir hastalık, gittikçe yeryüzüne dağılmıştır.

Bu müthiş bulaşıcı hastalığa karşı Batının çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş bâtıl formülleriyle değil; İslâm toplumunun ter ü taze îman esaslarıyla karşı konulabilirdi ancak. İman kalesini küfrün çürük direkleri tutamazdı. Onun için, bütün mesai îman üzerine teksif edilmesi gerekirdi. Cemiyetin iç hayatı, mânevî varlığı, vicdan ve îmân üzerine terennüm edilmeli ve yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği Tevhid ve îmân esâsı üzerine işlenmeliydi. Çünkü, İslâm cemiyetinin ana direği buydu. Bu sarsıldığı gün, cemiyet de yoktu.1
İslâm âlemi, ferd ve devlet olarak kimlik problemi içindeydi ve bocalamanın, başkalarının oyunlarına kapılmanın asıl sebeplerinden birisi buydu.
Bunu geçtiğimiz senelerde Ahmet Altan, “Benim yetiştiğim toplum, gerçekleri saklayarak eğitti bizleri. Böyle olunca da kendi toplumsal değerlerimi içime sindiremiyorum. Eski Türkçe’nin hayatımızdan çıkması, bizi bu kültür birikiminden yoksun bıraktı. Ben Marksistim… Daha ziyade maddeye inanırım; ama o maddenin nasıl çıktığı konusunda bir fikrim yok. Evren nasıl yaratıldı? ‘Allah yarattı’ deniyor. Fizikçiler ‘Büyük bir patlama oldu’ diyor. Ama ikisi için de sorular devam ediyor. Büyük patlama niçin oldu? Cevabı yok…”2 şeklinde itiraf ederek ortaya koyar.
Kimlik kaybı itirafı kervanına, modacı Neslihan Yargıcı da katılmıştı hayıflanarak:
“Osmanlı’da giyim, ilm-i kıyafet adı altında ilmî bir disiplin olarak ele alınmış. Ben de bunu Fransızca bir kitaptan okumuştum… Bunlardan haberimiz bile yok. Düşünün ben bunu Fransızca’dan öğreniyorum. İpin ucunu kaçırmışız. Ben cumhuriyet çocuğuyum. Ülkemi seviyorum, ama geçmişimle de bağlarımın kopmuş olmasını anlayamıyorum.”3
Aynı şikâyeti, acı bir şarkı gibi dinleriz rahmetli Cem Karaca’nın yaralanmış ruhundan:
“Bir Türk aydını veya aydın olma gayretinde olan benim için bir İbn-i Haldun’u, Şeyh Galib’i, İbn-i Batuta’yı, bir Fuzûli’yi, Gazâli’yi okumamış olmak bir kayıptır diye düşünüyorum. Bize resmen Balzac’ı, Gothe’yi ezberlettiler. Hatta bunları bilemezsek sınıfta kalırdık. Gidip Fransız’a ‘Mösye Piyer sen kimsin?’ dediğinizde Mösye Piyer, ‘Ben Fransız’ım ve Katoliğim’, ‘Ben Fransız’ım ve Protestanım’, ‘Ben Fransız’ım ve Yahudiyim’ diyor. Ben niye ‘Türküm ve Müslümanım’ demiyeyim?”4
Evet, bu naklettiğimiz itiraflardan da anlaşılacağı gibi İslâm ülkelerinde bir kimlik problemi yaşanmış ve yaşanmaktadır.
Aklı başında mü’min, enerjisini, gücünü, imkânlarını, eforunu, hamiyetini siyasete değil, iman ve kimlik ihyasına sarfetmeli değil mi?

Dipnotlar:

1- Tarihçe-i Hayatı, s. 443. ,

2- Doç. Türköne, s. 170-171. , 3- Age, s. 215. , 4- Age, s. 233, 235.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*