Siyasetin böylesine yazıklar olsun

Seçim mi yapılıyor, cihada mı gidiliyor belli değil. İç siyaseti hallettiğimiz! yetmemiş gibi, dış siyaseti de kendimize benzettik.
Gurbetçi, “Evet-hayır”a kurban ediliyor.

Oysa ne karışan ne görüşenimiz var: Camilerimiz açık, kısmen minareler, şerefeler Avrupa semasında manen tekbir getiriyor.

Dershanelerimizde gürül gürül Risale-i Nur bahisleri okunuyor, programlar; gençlerle eğitim, aile, toplantıları yapılıyor. Üstadı anma toplantıları, paneller, masa çalışmaları yapılıyor. Türkiye’den ağabeyler gelip günlerce Risale-i Nur ziyafetleri yaşıyoruz. Her hizmeti rahatlıkla görüşüyor, kararlar alıp hayata geçiriyoruz, ne isteniyor bizden?

Bir kısmımız Avrupa vatandaşı, Türkiye’deki seçimler için oy bile kullanamıyor. Buradaki işlere gelince; hangi icraatı kim yapmış bilinmez. Yol, köprü yapımları rutindir, propagandaya alet edilmez. Bilinen tek şey, sosyal iyileştirmeler ve devletin vereceği haklar. İktidar ve muhalefet buna göre şekilleniyor. Kim muhalif, kim şu partiden medar-ı bahs bile edilmez.

Buraya yeni gelen bir vatandaş evrakları nisbetinde verilen haklardan istifade eder. Misal; biz yeni geldiğimizde iş yeri açmak için müracaat edip hatırı sayılır bir yardım aldık.

Kanunlara uyum sağlayıp ceza gerektirecek bir iş yapmadıkça kimse size karışmaz.

Hal böyle iken rahat bir parça ekmek yiyorduk, kendi vatandaşını gurbette bile korumak hükûmetin vazifesi iken, huzurumuzu kaçırıp bize düşman olmaları mı isteniyor?

El oğlu bu, düzeni bozulunca bizi kapı dışarı ederse milyonlarca insan nereye gidecek? Üç nesil burada yaşamış, artık ikinci vatan kabul etmiş; Türkiye’de gurbetçi, burda yabancı statüsünde ‘araf’ta kalmış.

Kesin dönüş yapanlar bile bir süre sonra uyumsuzluktan geri geliyor, zira buranın düzenine alışmış. Nereye gider bu vatandaş, düşünen yok; varsa yoksa siyaset…

Siyaset “Ev-ha”(m)larındayız

Avrupa’ya kendi siyasetimizi ihraç ettik. İllâ gelip burada propaganda yapacağız, belki bir iki oy daha alırız diye hiç denenmemiş bir saha çalışması yapılıyor. Oturup konuşulur; güvenlik ve kanunî şartlar elverirse o da yapılsın, ancak düğün bayram havasında. Yok ben illâ kriz çıkaracağım, hedef için her yol mübah. Maksad üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Gerçi Avrupa’da da maceraperest “Mussoliniler” yok değil.

Bir başka zehap ise Avrupa’yı tek parça zannetmek. Halbuki Üstad Hazretleri Avrupa ikidir:

“Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi’ san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takib eden bu birinci Avrupa (..) Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa” demiyor mu?

O ikinci Avrupa’nın tek gözlü Deccalistleri, bu kargaşayı körüklemesi mümkün ve ırsidir.

Hollanda’ da bu hafta seçimler vardı. Hatta seçim yatırımı için “aşırı” oyları kendine çekebilmek adına oyuna geldiklerini itiraf edenler oldu. Ortada ciddî bir oyun var. Türkiye’nin demokratlaşmasını istemeyenler bu oyunun bir parçası. Bir taraftan oy devşirme adına böyle bir krizi kendi lehine çevirmek isteyen “Evet”çiler ile, yabancı düşmanlığını hortlatmak ve birilerini kullanmak isteyen derin güçler.

Sonuç: Kaotik bir rant.

Bir seçim ki “dönülmez akşamın ufkundayız” şarkısı gibi, ya biz dünya lideri olacak, ya da esarette kalacak “EV-HA”(m)larındayız. Bu seçim değil; ya olacak, ya olacak ‘tek’liği.

Anketlerden h’ayır’ların yüksek seyrettiğini görünce; aklımıza 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri geldi. 400 milletvekili istemeleri, hükümet kurulamayınca da 1 Kasım’a, hatta kazanana kadar seçime gidileceği konuşuluyordu. Bu gün de muhtemel neticeyi beğenmeyen mahfiller ‘hayır’ verecekleri hain, (abcde) taraftarı ilân etmeleri gösteriyor ki, illa ‘evet’ istiyorlar.

Her halde bu ifadeler meselenin ne olduğunu gösteriyor bizlere: AKP İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık, Almanya ve Hollanda ile Türkiye arasında yaşanan kriz ve buna bağlı olarak meydana gelen olayların ardından ‘evet’ oylarının 2 puan arttığını, bu sebeple bu ülkelere ‘teşekkür’ edilmesi gerektiğini söyledi. (Yeni Asya 13.03.2017)

Büyük ölçekte deccalizm, küçük ölçekte süfyanizm, vazife başında.

Bize düşen her ikisine de prim vermemek.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*