‘Siyasetli cemaatler’e mesafe

Bir dinî cemaati düşünün ki:

Eğer o cemaat, üyelerini resmî kayıt altına alıp teşkilâtlandırıyorsa…

Eğer o cemaatin parti kurma gayesi ve o partiyi iktidara getirme hedefi varsa…

Özetle, eğer ki bir cemaat kendini iktidarı ele geçirmeye odaklamış yahut programlamış ise…

Bu durumda, hiç tereddüt etmeden diyebiliriz ki, o cemaat bir “siyasetli cemaat”tir.

* * *
İçinde “siyasetli cemaat” tabiri geçen pek mühim ve müşkil bir suâle muhatap olan Üstad Bediüzzaman, bu suâlin hem mânevî, hem maddî cihetten geldiğini lâhikanın daha ilk cümlesinde şu ifadelerle hatırlatıyor:

“Azîz, sıddîk kardeşlerim,

“Hem mânevî, hem maddî birkaç cihette sorulan bir suâle mecburiyet tahtında bir cevaptır.” (Tarihçe-i Hayat, s. 413)

Suâlin “maddî cihet”i, maddî ve zahirî şahıs(ların) varlığını, yani hazırdaki mevcudiyetini gösteriyor.

Suâlin “mânevî ciheti” ise, fikr-i acizâneme göre, ileride sorulacak, yani istikbâlde vârid olacak bir suâlin mânevî cânipten tevcih edilmesidir.

Tâ ki, zaman-ı hâl gibi gelen istikbâli de tenvir edebilir bir kuvvet ve kudsiyete sahip olan Risâle-i Nur, ileride sorulacak suâlleri de önceden cevaplandırmış olsun ve arada herhangi bir boşluğa hiç mahal kalmasın.

Aynen, hem bu meselede, hem de “Acaba, Risâle-i Nur’u Kur’ân kabul eder mi? Kur’ân, ona ne nazarla bakıyor?” şeklindeki mühim ve müthiş suâlin mükemmelen cevap bulduğu Birinci Şuâ’da olduğu gibi…

Ayrıca, buna mümâsil daha başka örnekler de var.

Hâzâ, min fadli’r-Rabbî.

Lâhikanın giriş cümlesinde yer alan “ifade-i meram”ın kısacık tahlilinden sonra, şimdi de meselenin can damarını teşkil eden “suâl-cevap faslı”nı nazara vermeye çalışalım.

Aşağıda görüleceği gibi, bu fasılda, dost ve kardeş sûretindeki “siyasetli cemaatler”le—hasseten siyaset cihetiyle—temas kurulmaması, bu tarz mefkûrelere karşı mesafe konulması, hatta alâkasızlık ve içtinab ile onlardan uzak durulması gerektiği dersi veriliyor.

İşte, şaşmaz ve şaşırtmaz bir pusula niteliğindeki o suâl-cevab faslındaki veciz ifadeler:

“Sual: Neden, ne dahilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa SİYASETLİ CEMAATLER’e hiçbir alâka peydâ etmiyorsun ve Risâle-i Nur ve şâkirtlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan men’ ediyorsun? Halbuki, eğer temas etsen ve alâkadar olsan, birden, binler adam Risâle-i Nur dairesine girip parlak hakîkatlerini neşredeceklerdi; hem, bu kadar sebepsiz sıkıntılara hedef olmayacaktın?

“Elcevap: Bu alâkasızlık ve içtinâbın en ehemmiyetli sebebi, mesleğimizin esâsı olan ihlâs bizi menediyor.

“Çünkü, bu gaflet zamanında, husûsan tarafgirâne mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dînini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe bir nevî âlet hükmüne getiriyor.

“Hakaik-ı îmâniye ve hizmet-i Nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir şeye âlet olamaz; rızâ-i Ilâhîden başka bir gayesi olamaz.

“Halbuki, şimdiki cereyanların tarafgirâne çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlâsı muhâfaza etmek, dînini dünyaya âlet etmemek müşkülleşmiş.

“En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inâyet ve tevfîk-ı Ilâhiyeye dayanmaktır.

“İçtinâbımızın çok sebeplerinden bir sebebi de, Risâle-i Nur’un dört esâsından birisi olan şefkat etmek, zulüm ve zarar etmemektir.”

İKİ HAŞİYE

Birincisi:

Risâle-i Nur’da, doğru ve yanlış siyasetin birçok yerde tarifi, izahı yapılıyor. Fakat, siyasî parti kurmaya ve iktidara gelmek için siyasî bir dâvâ gütmeye, Risâle-i Nur, hiçbir şekilde cevaz vermiyor, müsaade etmiyor: “Hak ve hakîkat olan hizmet-i Kur’ âniye, şimdiki zamanda çoğu yalancılıktan ibâret ve bid’a ve dalâlet olan siyasetten beni katiyen menediyor.” (Mektubat, s. 50, 51, 479)

İşte bu hakikate binâen, Nur Talebeleri, bir vatandaşlık görevi icabı siyasî tercihini yapan, sandığa gidip oyunu da verir; ancak, parti kurmaz ve bizzat siyasetin başına geçip iktidara oynamaz.

Nurlu hakikatler bize bu dersi verdiği gibi, Risâle-i Nur’a istinad eden meşveret ve şurâ da aynı istikamette kararlar alıp hareket eder.

Yani, kişi dâvâ adına parti kuramaz ve fakat “doğru siyaset” çizgisinde gördüğü bir fikir ve misyon partisine gidip oyunu verebilir, o partiye istinad noktası olma vazifesini görebilir.

Zaten, bunun başka türlüsü de olmaz, olamaz. Zira, cihanşümûl bir dâvâ, değil bir partiye, değil bir ülkenin sınırlarına, dünyevî hiçbir cereyanın şümûlüne ve tesir sahasına sığmaz ve sığdırılamaz.

Nur dairesinde görünüp de başka türlü hareket edenlere gelince… Bunlar;

BİR: Ya şahsî veya hissî sebeplerin,

İKİ: Ya ferdî içtihadına itibar ettiği şöhretli zâtların,

ÜÇ: Doğru ile yalana yer değiştirir mahiyetteki dehşetli siyasî propagandanın,

DÖRT: Yahut da, dahilde veya hariçte teşkilâtlanmış “siyasetli cemaatler”in tesiri altına girmiş ve öyle de hareket ediyor demektir.

Bu tarz inhiraf edenleri—öyle tahmin ediyoruz ki—pek yakında zuhûr edecek şaşırtıcı gelişmeler sebebiyle, büyük sıkıntı ve azap dolu günler bekliyor.

İkincisi:

(24.08.2013 tarihli yazımızda “İhvan’ın siyasete bakışı” ara başlığı ile çıkan bölüme kısacık bir ilâve.)

Söz konusu bölümde yazdıklarımızın özü/özeti şuydu: Şahitlerin huzurunda 1996’da İstanbul’da görüştüğümüz İhvan Cemaati liderlerinden biri, Millî Görüş Cemaati lideri Erbakan başkanlığındaki siyasî harekete dahil olmayan ve destek vermeyen Nur Talebelerini “şeriata muhalefet etmek”le suçlama saçmalığında bulundu. Zira, o şahıs, RP’yi doğrudan din-i İslâmı temsil eden bir şeriat partisi şeklinde telâkki ediyordu.

Sermayesinin % 51’i “Yeni Asya’ya muhalefet ve garazkârlık” üzerine bina edilen ve âdeta “gayr-ı memnunlar konsorsiyumu”nu andıran bazı web siteleri ile sosyal paylaşım sitelerinde dolaşıma giren şahitli/ispatlı/tesbitli bir yazıda, bizim mezkûr “İhvan siyaseti” hakkında söylediklerimiz aynen teyid ve te’kid edildi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*