Soluksuz coğrafya: Anadolu

Bugünlerde bir vesile ile yolumuz Karacaoğlan’ın diyarına düştü. Yağmur yüklü baharlarla cennete dönüşmüş Çukurova, İskenderun ve Sütçü İmam’ın kalesi Maraş… Vatanımızın bu köşesini bu mevsimde bu kadar yakından ilk defa görmüş değildim, fakat bu seneki yeşillik ve yeşillere bürünmüş güzellik beni bu kadar cezb etmemişti. Rahmetin bolluğu bereketi netice vereceğinden, bu diyarlardaki insanlar adına sevindim durdum.

Topraktan rızkını kazanan bir aileye mensubiyetim, çocukluğumun kısmen şehir hayatından uzak köylerde ve okul tatillerinde oğlak-kuzu güderek, bağ-bahçelerde çalışarak geçmiş olması beni toprağa, topraktan boy veren bitki-ağaçlara ve toprak üzerindeki insanlara hizmet eden hayvanlara hep bağladı. Otları bol yaylalardaki sürüler, çayırlarda otlayan at-sığır sürüleri, bara durmuş zeytin, şeftali ve kayısı bahçeleri ile yüzlerce kilo üzümü üzerinde taşıyan çubuklardan oluşan üzüm bağlarını seyretmek, bana bir tiyatroyu veya arabesk Türk filmlerini seyretmekten çok çok fazla zevk verirdi.

Anadolu’nun bağ-bahçelerini seyrederken derin bir haz alarak hep şükrederim. Zannederdim ki, bu derin hazzı bu bağ-bahçelere, ekin tarlalarına ve hayvan sürülerine sahip olanlar da alıyorlar. Ama ürünün bolluğu, toprağın bereketi, rahmetin çokluğu ve yeşil baharlar, Anadolu’yu nakış nakış işleyen çiftçiye artık zevk vermiyor. Alın terinin, el emeğinin ülkeyi bilerek veya bilmeyerek kötü idare edenlerce heba edildiğine inanan köylümüz, bizim gibi dışardan seyrederken neşe dolanların zıddına, derin düşüncelerin, kandırılmışlığın ve Avrupa’ya peşkeş çekilmişliğin dayanılmaz acısıyla kıvranıyor. Türk tarımının çeşitli desiselerle “dışa bağımlı” hale getirildiğini acı ile seyrederken; Amerika’dan, Güney Afrika’dan elmayı, Kanada’dan buğdayı ve Brezilya’dan, İngiltere’den eti ithal ettiren siyasetçiyi karşısında bulamamanın da ıztırabını yaşıyor. Tohumda ülkeyi İsrail’e mahkûm ederken, Musevî işadamına sıfır gümrükle ülkeyi adresi belli olmayan etlere boğma imkânı veren “Türkçü-milliyetçi” siyasetçilerin hangi diyarlara uçtuklarını da toprağın insanı arıyor. Doğrusu, sanayi ülkesi olarak bildiğimiz ülkelerin karşısında, birileri Türk köylüsüne diz çöktürüyor bugün…

Anadolu köylüsü, en az bir Macar mısır çiftçisi, bir Polonyalı patates üreticisi kadar “hür olsa,” mutlaka medeniyetin güzelliklerinden istifade ile, 1960’ların-70’lerin güzel günlerine tekrar ulaşırdı. Teknolojinin tarıma kazandırdığı ivmeyi yakalar, elmada Fransa ile Amerika’yı çoktan geçerdi. Daha bundan 20-30 sene önce Ortadoğu’nun et ihtiyacını Anadolu karşılamıyor muydu? Böyle giderse, yaylalarımızda kuzu-oğlak melemesine hasret kalacağız. Zira etlerimiz gemilerin derin dondurucularıyla İngiltere’den, Brezilya’dan temin edilince, hürriyetsizlik, ilkesizlik ve kanun önünde eşit olamayışın getirdiği belâ ile yaylaların insanı çoktan teslim bayrağını çekti.

Faiz belâsıyla traktörünü ve hatta toprağını kaybeden çiftçilerimizin sayısını kaç kişi biliyor ki… Avrupa, Amerika, tarım ve hayvancılığı devamlı desteklerken, 12 Eylül’den bu yana hükümetlerin köylüden intikam almaya çalıştığını adeta sezinliyorsunuz. Kayısıların, elmaların dalları yine kırılırcasına yüklenmiş Konya’da, Malatya’da; fakat bahçe sahiplerinin elleri koynunda. Bugün öfkesinden o güzelim genç ağaçları kökleyip, yerlerini düm düz edenleri de işittim. Fakat bizim Atatürkçü tarım politikalarımız ne güney sınırlarımızı aşabiliyor, ne de AB engellerini. Hatta ulaşımsızlıktan Erzurum, Van meyvesiz bugün. Öyle ki kış günü bazı köylerimizde bir kilo elma-portakal bir teneke buğday değerinde..

Ya âlâ-yı vâlâ ile açtığımız ziraat fakülteleri… Buralarda yüksek rütbelere çıkarılmış bol maaşlı hocalar… Paris, Londra veya New York’u gezerken, buralardaki tarım usulünü, bahçe ve tarlaları merak etmeyen hocaları kastediyorum. Talebeleriyle Güney Almanya’nın Baden bağlarını ziyaret etmek isterlerse mutlaka yurdunu sevenlerce desteklenirler kanaatindeyim. Fakat üniversite ile köylü arasındaki kan uyuşmazlığından, korkarım ki, talebeler birkaç dönem bağlarda bahçelerde çalışmaksızın mezun oluyorlardır.

Yukardaki şikâyetlerimizin bir noktada odaklandığına inanıyorum: Zincirlerle bağlanmış temel hak ve hürriyetlerin bu coğrafyada olmayışı, bu diyarları nefessiz, soluksuz bırakıyor. Milletimize karşı kurulan menhus işbirliği neticesinde, Anadolu insanı elindekini ya satamıyor, sattığı zaman da, bir devalüasyonla tekrar çalınıyor. Anadolu çiftçisi, köylüsü; devletten, siyasetçilerden artık yardım istemiyor, teknik destek de beklemiyor. Yalnızca bir soluk hürriyet istiyor. Hürriyetle birlikte kanun hakimiyetinin, adaletli rekabetin ve tüm milleti mutlu edecek bereketin de geleceğine inanıyor…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*