Sonradan tashih ve tanzim etmeye mezun değiliz!

..Halbuki, tanzimsiz, müşevveş bir sûrette idiler. Onlar ne hâl ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye mezun değiliz!

Fihriste-i Mektubat’tan…

On Birinci Mektub
Dört ayrı ayrı Mebhastır. Bu dört mesele birbirinden uzak olduğundan, bu Mektub perişan görünüyor. Bu perişan Mektub münâsebetiyle kardeşlerime ihtar ediyorum ki:

Bu küçük Mektubları husûsi bir sûrette, husûsi bâzı kardeşlerime yazmıştım. Büyük Mektublar meydana çıktıktan sonra, küçükler de umûmun nazarına gösterilmesi lâzım geldi. Halbuki, tanzimsiz, müşevveş bir sûrette idiler. Onlar ne hal ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye mezun değiliz! İşte bu On Birinci Mektub, perişan bir sûrette, birbirinden çok uzak dört meseleden ibârettir. Hem müşevveş, hem perişandır. Fakat, şairlerin ve ehl-i aşkın, zülf-ü perişânîyi sevdikleri ve istihsan ettikleri nevinden, bu Mektub da (zülf-ü perişan tarzında) soğuk tasannû karışmadan, harâret ve halâvet-i asliyesini muhafaza etmek niyetiyle kendi hâlinde bırakılmış.

Bu Mektubun Birinci Mebhası: “Muhakkak ki şeytanın hilesi pek zayıftır. (Nisâ Sûresi: 76.)” âyetinin bir sırrını tefsir ile, vesvese-i şeytana müptelâ olan adamlara mühim bir ilâç ve merhemdir.
İ

kinci Mesele: Barla Yaylası, Tepelice, çam, katran, karakavağın bir meyvesi olup, Sözler mecmuâsında yazıldığı için buraya yazılmamıştır.
Üçüncü ve Dördüncü Meseleleri: İ’câz-ı Kur’ân’a karşı medeniyetin aczini gösteren yüzer misâllerden iki misâldir. Kur’ân’a muhâlif olan hukûk-u medeniyet ne kadar haksız olduğunu ispat eden iki numûnedir.

Birinci Misâl: “Erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. (Nisâ Sûresi: 176.)” Mahz-ı adâlet olan hükm-ü Kur’ânî, kıza nısf veriyor. Medeniyet, irsiyet husûsunda kızın hakkında fazla hak vermekle, büyük haksızlık etmiş ve merhamete muhtaç kıza zulmetmiş olduğunu katî bir sûrette ispat ediyor.
İkinci Misâl: “Anneye altıda bir vardır. (Nisâ Sûresi: 11.)” âyetinin bir sırrına dâirdir ki,”mim”siz medeniyet nasıl kıza hakkından fazla hak verdiğinden, haksızlık etmiş; öyle de, vâlide hakkında hakkını kesmekle daha ziyâde haksızlık ettiğini ve en muhterem bir hakîkat olan vâlidelik şefkatine karşı dehşetli bir haksızlık ve vahşetli bir hürmetsizlik ve cinayetli bir hakâret ve arş-ı rahmeti titreten bir küfrân-ı nîmet ve hayat-ı içtimâiyenin tiryak gibi bir râbıta-i şefkatine bir zehir katmak hükmünde bir hatâ olduğunu ispat eder.

On İkinci Mektub
Mütefennin bâzı dostların münâkaşa ettikleri üç meseleye dâir üç suâllerine muhtasar üç cevaptır.
Birinci Suâl: “Hazret-i Âdem’in Cennetten ihrâcı ve bir kısım benî âdemin Cehenneme idhâli hikmeti nedir?” suâline, gâyet katî bir cevap veriyor.
İkinci Suâl: “Şeytanların ve şerlerin halk ve îcâdı şer değil mi, çirkin değil mi? Cemîl-i Mutlak ve Rahîm-i Ale’l-Itlakın cemâl-i rahmeti nasıl müsaade etmiş?” suâline karşı gâyet katî bir surette cevap veriyor.

Üçüncü Suâl: “Mâsum insanlara ve hayvanlara musîbet ve belâları musallat etmek, zulüm değil mi? Âdil-i Mutlak’ın adâleti nasıl müsaade ediyor?” diye suâlin cevabında gâyet muknî ve katî bir tarzda cevap veriyor.

On Üçüncü Mektub
Ehl-i dünya ve ehl-i siyasetin bana ettikleri zulüm ve tazyik karşısındaki sükût ve tahammülümü merak eden çok kardeşlerimin müteaddit suâllerine karşı, Eski Said lisânıyla ve Yeni Said’in kalbiyle verilmiş ibretli ve merakâver bir cevaptır. Esâsı şudur ki:

Hâlık-ı Rahîmin rahmeti yâr ise, herkes yârdır, her yer yarar; eğer yâr değilse, herşey kalbe bârdır, herkes de düşmandır. Felillâhilhamd rahmet-i İlâhiye yâr olduğu için; ehl-i dünyanın bana ettikleri envâ-ı zulmü, o rahmet-i İlâhiye envâ-ı merhamete çevirmiştir.

Serbestlik vesîkası almak ve kânunsuz tazyîkâttan kurtulmak için adem-i mürâcaatımın bir iki mühim sebebini beyân eder. Hulâsası: Zâlim insanların mahkûmu değilim; belki ben, âdil kaderin mahkûmuyum, ona mürâcaat ediyorum. Hem, haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dâvâ etmek, bir nevî haksızlıktır ve hakka karşı bir nevî hürmetsizliktir. Hem, dünya siyasetinden sırr-ı içtinâbımın sebebini, mühim bir hakîkatle beyân ediyor.

Mektubat, s. 825

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*