Sonsuzluğun sırları

Sonsuzluk, insan anlayışının zorlandığı gizemli bir kavramdır. Bu sebeptendir ki, isim ve sıfatlarında sonsuz mertebede olan Cenâb-ı Hakk’ın mahlûku olan bizlerin onu tam olarak anlayıp idrak etmemiz tabiî ki mümkün değildir. Ancak bizlere bahşettiği ene (benlik) sayesinde kâinatta tecellî eden gizli hazineler mesabesindeki İlâhî isim ve sıfatların zorlu şifrelerini bir parça çözümlemek mümkün olabilmektedir.

 

Peki, ene (benlik) nedir? İnsana verilmesindeki asıl maksat nedir? Bunun cevabını Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur’da, Otuzuncu Söz’de çok güzel bir şekilde açıklamaktadır. Anladığımızı ifade edecek olursak; “ene,” gizli hazineler olan İlâhî isimlerin anahtarı olduğu gibi, kâinatın çözümü zorlu şifrelerinin dahi anahtarı olarak aynı zamanda kendisi de çözümü zorlu şifredir. Enenin iç yüzünün bilinmesiyle, o garip muammâ, o acib tılsım açılır ve kâinatın gizli hazinelerinin şifrelerini dahi açar.

O ene; bir karşılaştırma ölçüsü olup, Rab’liğin özellikleri ve Ulûhiyetin mesajlarının bilinmesi içindir. Fakat bu karşılaştırma ölçüsünün, gerçekte var olması gerekmez. Yani, geometrideki varsayılan çizgiler gibidir.

Matematikteki sayılar ilerledikçe önündeki sınırı kaldırmak demek, sayıların sonsuza kadar uzayıp gittiğini ifade etmek demektir. Saymak zor olsa da bütün kumsallardaki kum taneciklerinin sayısı çok büyük olmakla beraber sonsuz değildir. Bu büyük sayı ne kadar büyük olursa olsun, sonsuzluğun yanında sıfıra çok yakın, matematikte “epsilon” diye isimlendirilen çok küçük bir farazi sayı mertebesindedir. Yani bırakınız kum tanesi gibi olan “ene”yi, mevcûdâtın tamamının Cenâb-ı Hak’kın karşısındaki mertebesi sıfıra çok yakın bu farazi epsilon sayısı gibidir. İşte mü’minler “Allah-u Ekber” demekle bu mânâdaki büyüklüğü ifade etmektedirler. Ama sonsuzluğu anlamak için de önce sıfırdan başlamak, sonra bir, diyerek bir anlamda yokluktan sıyrılıp varlık âlemine çıkarak ilerlemek gerekmektedir. Matematikte sıfırdan sonsuzluğa ancak sayılarla ulaşılır.

Enteresandır, başlangıcı olan sonsuzluk ile başı ve sonu olmayan sonsuzluk aynı isimle anılmaktadır. Fakat Cennet ve Cehennem hayatlarının sonsuzluğu başta olmak üzere, insana verilen arzu ve isteklerin, hayallerin sonsuzluğu gibi insana bahşedilen sonsuzluklar Cenâb-ı Hak’kın sonsuzluğundan farklılık arz etmektedir. Demek ki Cenâb-ı Hakk’a ait sonsuzluk kavramı daha farklı bir kavramdır.

Sonsuzluğu diğer bir sonsuzlukla topladığımızda ortaya yine bir sonsuzluk çıkacağını az çok anlayabilmekteyiz. Peki, sonsuzluğu sonsuzla çarptığımızda, yani sonsuz kadar sonsuzların olabileceğini, bunun bir adım ötesinde de sonsuzun sonsuz ile sonsuza kadar çarpımının ifadesi olan sonsuz üssü sonsuzun ne olduğunu algılayamıyoruz. Bunun içindir ki matematikçiler bu kavramlara belirsizlik ismini vermişlerdir.

Fizik, kimya gibi fen bilimlerine teorik düşüncelerde önderlik eden, bu ilimlerin bir nevî padişahı sayılan matematik, burada susmaktadır. İşte insan anlayışının sustuğu bu sınır, Otuzuncu Söz’de ifade edilen hakikatin ta kendisidir. Yani, kâinatta tecelli eden gizli hazineler olan Esma-i İlâhiye hakikatidir.

Sıfıra çok yakın, aslında var olmayan, ama yokluk denen sıfırdan da farklı olan, yani varsayılan “ene” nerede? Sonsuz üssü sonsuz mertebesindeki, sonsuzluk ötesi sonsuzluk diyebileceğimiz Cenâb-ı Hakk’ın Ulûhiyetinin Azameti nerede? İşte Rabbine karşı azgınlaşan insanın Rabbi karşısındaki gerçek yüzü budur. Mü’min ise Rabbine olan manevî bağlantı ile o sonsuzluğa rükû ve secdede baş eğerek bir bakıma o sonsuzluğa karışıp gitmektedir.

Ne mutlu, sahip olduğu enesiyle bu gerçeğe ulaşabilenlere.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*