Sorulara cevaplar (5)

1960'tan sonraki durum

Suâl: Az sayıda da olsa bazı kimseler, Nur Talebelerinin 1950'li yıllarda da siyaseten yanlış tercihte bulunduğunu söylüyor. Onlara göre, o dönemde DP değil, dindar şahıs ve kadroların ağırlık teşkil ettiği Millet Partisi (MP, ardından CMP) ile İslâm Demokrat Partisinin desteklenmesi gerekiyordu.

 Bunlar ekseriyetle camiamız dışından kimseler olduğu için, söylediklerini fazla ciddiye almıyoruz.

Ancak, camia içinde görünmekle beraber, yine de Nur Talebelerinin, Üstad Bediüzzaman'ın vefatı olan 1960'tan sonraki dönemlerde AP'yi desteklemekle hatalı bir yola girdiklerini, yanlış tercihte bulunduklarını, ehliyetsiz ve liyâkatsiz siyasî liderlerin peşinden gittiklerini, dolayısıyla yanlış yaptıklarını söylüyorlar.

Bütün bunlara karşı ne demek lâzım, nasıl cevap vermek icap eder?

Cevap: Öyle anlaşılıyor ki, şahıs takıntısı olanlar, yahut şahıs saplantısı içine girenler, bütün sermayesini şahıs muhabbetine yahut şahıs adavetine bina edenler, başkasını da aynı saplantı içinde görüyor veya öyle görmek istiyor.

İşte, birinci yanlışlık burada başlıyor. Başlangıç noktası yanlış olunca da, ne yazık ki sonradan doğruya ulaşmada büyük müşkilât çekiliyor.

Üstad Bediüzzaman hayatta iken, 1950'li yıllarda Demokratları eski Ahrarların devamı ve aynı misyonun takipçileri olarak görmüş, onları vatan, millet ve İslâmiyet adına desteklemiştir. (Birkaç talebesi, daha o zaman bile Üstad'ın siyasî kanaatini paylaşmadıklarını ve aynı görüşe katılmadıklarını bir şekilde belli etmişlerdir.)

Bediüzzaman ve talebeleri, lider ve yönetim kadrosu itibariyle zahiren dindar görünmeyen Demokratları desteklemesine mukabil, diğer dinî grup, cemaat ve tarîkat mensupları, kendilerince "daha dindar" gördükleri Milletçileri ve akabinde İslâm Demokrat Partiyi destekleme cihetine gitmişlerdir.

1960'tan sonra ise, ortaya yine aynı siyasî eğilimlerin takipçisi olan partiler çıkmıştır.

1961'de Amblem olarak "Demir kırat"ı seçen Adalet Partisi, fikir, misyon ve kadroları itibariyle de Demokratların devamı olduklarını izhar etti.

Bu partinin başında, 1964 yılı ortalarına kadar da darbe mağduru Emekli Org. Ragıp Gümüşpala vardı. Onun vefatından sonra da Süleyman Demirel başa geçti.

Nur Talebeleri, partinin başında kim olduğuna bakmaksızın, yani şahıs meselesine takılmaksızın, 1964'ten önce de, sonra da bu siyasî hareketi desteklemişlerdir.

Başta Zübeyir Gündüzalp, Tahirî Mutlu, Bekir Berk, N. Mustafa Polat olmak üzere, camianın tanınmış şahsiyetleri ile meşveret heyetleri, gerek şifahî konuşmalarında ve gerekse neşriyat yoluyla, bu yöndeki desteklerini açıkça izhar etmişler. Siyasî kanaat ve düşüncelerini, hatta tercihlerini gizleme cihetine asla gitmemişler.

Bu arada şunu da hatırlatmakta fayda var. Türkiye'de, sadece Nur Talebelerinin desteklemiş oldukları Ahrar ve Demokrat çizgideki partiler yüzde 50'nin üzerinde oy desteği alabilmişlerdir. 1950'li ve 1960'lı yıllarda hür ortamda yapılan genel seçimler ile, 1979'da yapılan kısmî seçimler bu gerçeğin birer ispatı mahiyetindedir.

Dolayısıyla, 60 yıllık demokrasi tarihimizde, DP ile AP dışındaki hiçbir partiye, milletin ekseriyetini teşkil eden yüzde 50'nin üzerindeki bir oy desteği nasip olmamıştır.

Ahrar ve Demokrat misyonu, yine Üstad Bediüzzaman'ın ifadesiyle II. Meşrûtiyet devrinde iki defa darbeye mâruz kaldıkları gibi, istikbâle mâtuf vermiş olduğu endişeli haber ile, aynı misyon iki kez daha darbeye mâruz kalmıştır. (Emirdağ Lâhikası, s. 271. YAN, 1994.)

İki darbe arasındaki dehşetli bir şer ise (Şuâlar, s. 241), 12 Mart (1971) Muhtırasıdır.

Yeni Asya'nın da içinde bulunduğu geniş Nur camiası, tam bir müştereklik içinde 27 Mayıs Darbesi gibi 12 Mart Muhtırasına muhalefet etmiş ve bu tavrının bedelini de hapisler, mahkemeler yoluyla ödemiştir.

12 Eylül 1980 Darbesi ise, dehşet verici bir kırılma noktasını teşkil etmiş ve bu kırılganlık sonraki yıllarda da devam edip gelmiştir. Halen devam eden dağınıklık, bulanıklık ve ihtilâfın başlangıç noktası, işte bu tarihte baş göstermiş ve daha sonraki yıllarda darbe tasarrufu olarak gündeme gelen 1982 ile 1987 referandumlarında keskinlik kazanmıştır.

1977'deki kahramanlık destanı

Kur'ân'ın işarî ve remzî mânâsıyla 1971'deki "dehşetli şer"den haber veren Üstad Bediüzzaman, Nur Talebelerinin tam bir dayanışma içinde bulunarak yine "dehşetli bir zulûmat"ı bertaraf ettikleri 1977'deki kahramanlıklarından da bahsediyor.

İşte, Tevbe Sûresi 32. âyetinin sarih mânâ altınaki gaybî ihbaratın bir ifadesi:

"Avrupa kâfirleri, devlet–i İslâmiyenin nurunu söndürmeye niyet ederek, Rusları tahrik edip Rus’un ’93 muharebe–i meş’umesiyle âlem–i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resâili’n–Nur şakirtleri yerinde Mevlâna Halid’in (k.s.) şakirtleri o bulut zulümatını dağıttıklarından, bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor.

"Şimdi hatıra geldi ki, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret–i Mehdînin şakirtleri olabilir. Her ne ise… Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var." (Şualar, s. 620. YAN, 1998)

TAHLİL: Yukarıda bahsedilen "63 Harbi"nin, 1877'de patlak veren Osmanlı–Rus Harbi olduğuna şüphe yok. Buna kimsenin itiraz edeceğine ihtimal dahi veremiyoruz.

"Küçük Kıyamet" diye tâbir edilen tarihteki harpten yüz sene sonrası ise, tam tamına 1977 senesidir.

1877'de Çarlık Rusyası, Osmanlıya ağır zayiatlar verdirmiş, büyük can, mal ve toprak kaybını yaşatmış ve Hilafet merkezine 13 km'lik bir mesafeye kadar (Yeşilköy) gelip harem–i ismetimize dayanmıştı. Gümüşhanevî Hazretlerinin de dahil olduğu Mevlânâ Halid'in talebeleri seferberlik içine girdiler, kahramanca bir mücadele verdiler ve o tarihteki zulûmatı dağıtmada muvaffak oldular.

İşte, o tarihten tam yüz sene sonra ise, bu kez Hazret–i Mehdi'nin şakirtleri, bu kez komünist Rusya ile bağlantılı ve yine 13 rakamlı bir zulûmatı dağıtmaya muvaffak oldular.

1977 Haziran seçimlerinde, Türkiye'nin her yerinde seferber olan Kur'ân şakirtleri, CHP kanadı altında bu vatana hakim olmaya çalışan komünizm tehlikesini bertaraf ettiler.

O yılki seçimde, demokrasi tarihinde ilk kez olmak üzere yüzde 42 civarında oy alan Halk Partisi, tam organize olmuş dehşetli komünist komitalarının tesiri, hatta istilâsı altındaydı.

Öyle ki, seçimde mükerrer oyların dışında, ayrıca hastaların, hapistekilerin, hatta ölmüş kimselerin yerine dahi gelip oy kullandılar.

Nitekim, bu kànun ve ahlâk dışı teşebbüsler sebebiyle, 1979'daki kısmî seçimlerde, Türkiye'de ilk kez olmak üzere Hindistan'dan getirtilen parmak boyası kullanıldı.

Allah muhafaza, tek başına iktidara gelmek için 13 milletvekilliği eksik kalan CHP, eğer o tarihte muvaffak olabilseydi, komünist kuvveti bu vatana hakim olacak ve belki de bir "erken kıyâmet"in kopmasına sebebiyet verecekti.

Zira komünizm, esasta bir "ibaha mesleği" olup "maddiyûnluk tâunu"nu bütün beşeriyete yaymaya çalışan bir cereyandır.

İşte, Nur Talebeleri, bu dehşetli cereyan karşısında tam bir kahramanlık destanını yazdılar ki, ne kadar övülse, yine de elyaktır.

Ama, siz gelin görün ki, güya dindar olan bazı siyasetçiler, o dönemlerdeki hizmetleri küçümsüyorlar. Nur Talebelerine "Yanlış yaptınız, yanlış gittiniz, şahısların peşine takılıp hata ettiniz" diye bühtan ediyorlar.

Nur Talebeleri, o devirde böyle yapmayacaklar da, ne yapacaklardı? Alternatifiniz nedir?

Siyaset, alternatifsiz konuşulmaz, tartışılmaz, müzakere edilmez.

Bize "O tarihte yanlış yaptınız" diyenlere teessüf etmek, "Evet, biz yanlış yaptık" diyen kardeşlere de, yazıklar olsun demek geliyor içimden.

Dâvâ izzeti, camia haysiyeti itibariyle, bu yöndeki itham ve isnatlara karşı içimde bir feverân uyanıyor.

Bazı kardeşlerimiz itiraf ediyorlar ki: Geçmişimizi kötülemeden, karalamadan, 30–40 sene yanlış gittik demeden, günümüz bazı siyasîlerine yaranamıyoruz, onların nezdinde itibar göremiyoruz.

Oysa, bizim başkasının itibar göstermesine ihtiyacımız yok. Hak memnun olsun, Hakk'ın hatırı yüksek olsun yeter. Kasdî bir niyetimiz yok; ancak, kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yeter ki, Hakk'ın hatırı kırılmasın.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*