Sorulara cevaplar (6)

5816 sayılı Koruma Kànunu

Suâl: Atatürk'ü Koruma Kànunu olarak bilinen 5816 sayılı kànun, Demokrat Partinin eseri olarak biliniyor.

Bazı kimseler, gerek bu kànunu ve gerekse Anıtkabir'in yapılışını bütünüyle Menderes'e ve Demokrat Parti hükümetine mal ediyor.

Bu iddialar doğru mudur? Meselenin iç yüzü nedir, izah eder misiniz?

 Cevap: Öncelikle ifade edelim ki, Anıtkabir'in yapılışı hakkında, ortalıkta çok eksik ve yanlış bilgiler dolaşıyor.

Bir kere, bu yapının inşasına 9 Ekim 1944 tarihinde başlanıyor. Devir Millî Şef devri; yani, tek parti zihniyetinin ülkeye hakim ve hükümran olduğu karanlık bir devir…

İnşaatı yedi–sekiz sene devam eden bu yapının açılışı 1953'te olmuş diye, tutup bunu DP'ye mal etmenin ciddiyetle bağdaşır bir tarafı yoktur.

5816'ya gelince….

Bir kere, Meclis'in aldığı her karar, Meclis'ten çıkan her kànun, bütünüyle bir başbakana, yahut onun hükûmetine mal edilemez.

Mal edilse, büyük hata olur. Zira, Meclis'in iradesi, bâzan başbakan ve hatta hükümet talebinin tam zıddı yönünde de tecelli edebilir.

Meselâ, 2003'te Meclis tarafından reddedilen "1 Mart Tezkeresi"ni hatırlayalım.

O tarihte Başbakanlık tarafından hazırlanmış olan tezkere metni aynen şu şekilde tanzim edilerek Meclis'e sunuldu: "Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silâhlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için hükümete yetki verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi."

Netice ne oldu? Meclis, az bir farkla da olsa, bu tezkereyi reddetti. Türkiye'de bulunan ve bizim sınırlarımızdan Irak'a girmeye hazırlanan ABD askerleri apar topar topraklarımızı terk edip başka kapıya gitti.

Dikkat buyurun. O tarihte Abdullah Gül Başbakandı. Tayyip Erdoğan ise, tek başına iktidarda olan 361 üyeli AKP'nin genel başkanıydı.

Gül ile Erdoğan, var gücüyle yüklenmelerine rağmen, kendi üyelerini dahi ikna edemediler. O gün 533 milletvekili oylamaya katıldı ve 250 red oyu çıktı. Bu red oyları içinde tam 97 AKP'linin oyu vardı. Gerekli oranda kabul oyu çıkmadığı için, tezkere reddedilmiş oldu.

Şimdi, tutup bu neticeyi Başbakan Gül'e, Genel Başkan Erdoğan'a, yahut onların hükûmetine mal etmek doğru olur mu?

İşte, aynen bunun gibi, 1951'de çıkartılmış olan 5816 sayılı Atatürk'ü Koruma Kànunu da, bütünüyle Menderes'e veya onun hükümetine mal edilemez. Edilse, yanlış olur.

Neticede bu kànun, Meclis'e aittir ve fakat, 487 sandalyeli Meclis'in dahi sadece 232 üyesinin kabul yönündeki oyuyla kesinlik kazanmıştır.

Aciptir ki, bu sayı Meclis aritmetiğinin yarısına bile tekabül etmiyor. Demek ki, işin içinde başka işler var.

Tutanaklar ve hatta küsûratına varıncaya kadar tüm teknik bilgiler meydanda.

İşte, o bilgilerin bir kısmı:

DP'nin üye sayısı 408. Anamuhalefet CHP'nin 69, MP'nin de 1 üyesi var. Bağımsızlar ise 9 kişi.

5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kànunun görüşülüp oylandığı gün, Meclis'teki oturuma 180 milletvekili katılmıyor.

Oylama sonucu ise, şu şekilde gerçekleşiyor: Oylamaya katılanlar 288, kabul edenler 232, reddedenler 50, çekimser 6.

Bu rakamlara bakarak ve daha bir yıllını ancak doldurabilmiş demokratik bir iktidarın nasıl bir sınavdan geçtiğini varın siz düşünün.

Düşünürken de, aynı dönemde sergilenen dehşetli bir provokasyonun etkilerini hesaba katmayı unutmayın.

Provokatörler iş başında

Koruma Kànununun gündeme gelmesinin sebebi, o günlerde yaşanan büst ve heykelleri kırma furyasıydı.

Ticaniler diye isim yapan bir grup, yurdun muhtelif yerlerinde, bilhassa Ankara ve çevresinde habire büst ve heykel kırıyor. Ulus Meydanındaki heykelin güpegündüz kırılması hadisesi, çok düşündürücüydü.

Sonradan, bu gruptan bazı şahısların CHP üyesi olduğu tesbit edildi.

Ancak, buna rağmen, CHP ve onun emir kulu gibi çalışan günün medyası, iktidardaki DP hükümetini suçluyordu.

İnönü, Menderes hükûmetinin irticayı cesaretlendirdiğini söyleyip duruyordu. Basın, bütün gücüyle DP'lilere yükleniyordu.

Bu işin bir provokasyon olduğunu ortaya çıkarmanın zorluğu ortadaydı. Zira, DP iktidarda olmasına rağmen, asker, basın ve bürokrasi hâlâ CHP'nin tesiri altındaydı.

Üstad Bediüzzaman'ın da ifadesiyle, Demokratlar iktidarda olmasına rağmen, Halkçılar bir cihette onlara galip durumdaydı. (Emirdağ Lâhikası, s. 386)

Ticanî meselesinin, doğrudan Demokratları yıpratmak ve halkın gözünden düşürmek için çıkartılmış olduğunu söylüyor ve bu cihetten gelecek zararın telâfisi için Demokratlarda bazı tavsiyelerde bulunuyordu: "Eskilerin lüzûmsuz keyfì kànunları ve sûi istimâlleri neticesinde, belki de tahrikleriyle zuhûr eden Ticânî meselesini dindar Demokratlara yüklememek ve âlemi İslâmın nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum…" (Tarihçe-i Hayat, s. 537. YAN, 1994)

Çare olarak, Demokratlara, Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması ve Risâle–i Nur'un tam serbestiyeti için çalışması tavsiye ediliyor.

Demokratların bu tavsiyelere ne ölçüde uydukları ayrı bir müzakere konusu. Ancak, şu Ticanî meselesiyle heykel kırma hadisesinin, Demokratları sıkıntıya sokmak için tezgâhlanan bir oyun olduğuna şüphe yok.

Meclis'te Demokratların çoğu değil, ancak bir kısmı bu oyuna getirildiği için de, maalesef netice alınıyor.

Bununla beraber, 1951–60 yılı arasındaki 9–10 yıllık süreçte, 5816 sayılı kànun kadük kalmış, işlemez halde bırakılmıştır. Heykel kıran Ticanîler dışında kimse cezalandırılmamıştır. Kànunun fikir hürriyeti aleyhinde kullanılacak şekle sokulması, 1960 Darbesinden sonra olmuştur.

Son olarak, 25 Ekim 2009 tarihli zamanda Nuriye Akman'ın Av. Cüneyt Toraman'la yapmış olduğu röportajda yer alan bir iktibası aktararak noktalayalım: "Çok ilginç. O dönemde, 50 milletvekilinin red oyu vermesi. Meclis tutanakları, birçok milletvekilinin, böyle bir kanunun çıkarılmasından rahatsızlık duyduğunu gösteriyor. Demokrat Parti milletvekili Halide Edip Adıvar, diyor ki: 'Tasarıyı getirenlerin esas fikriyle hepimiz hemfikiriz fakat bunun için yeniden bir kanun yapmak, Atatürk'ü tarihten önceki Asuriler, Babillilerin yaptığı gibi Allahlaştırılmış putlaştırılmış insanlar arasına koymaktır. Ceza kanunundaki hükmü bir tarafa bırakarak sadece heykel kırmak veya cumhuriyetin banisi Atatürk'e dil uzatmak gibi bir saygısızlığın önüne geçmek için yeni bir kanun yapmayı bir şark zihniyetinin yeni bir mahsülü diye telakki ederim. Yani daha evvel de dediğim gibi, kablettarih put haline gelen ve bugün yerinde yeller esen eski saltanatlar devrinde şahsı ilahileştirmek ve onlara adeta bir put gibi tapmak zihniyetinin tekrar hortlaması gibi geliyor bana."

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*