Sosyal medya ayini

Akşamüstüydü. Saat sekiz sularında bir halk otobüsüne binmiş ve en arkadaki koltuklardan birisine oturmuştum. O saatlerde -güya kapatılan- dershanelerin yerine; pıtrak gibi açılarak çoğalan ‘etüd merkezlerinden’ çıkan onlarca genç öğrenci evlerine gitmek için otobüse binmeye başlamışlardı.

Otobüse binen gençlerin ortak özelliği kendilerine oturacak ya da ayakta duracak bir yer bulduktan sonra genelde ellerinde sürekli ‘kutsal bir kitap’ gibi taşıdıkları akıllı cep telefonlarını açıp ona bakmak oluyordu. Sanki ‘sosyal medya ayini’ni kaçırmama gibi bir telaşla hepsi cep telefonlarına adeta gömülüyorlardı.

Normalde bu gençlerin ya birbirleriyle konuşarak muhabbet etmeleri ya da gelişmiş bazı ülkelerdeki toplu taşıma araçlarının rahatlığı sayesinde insanların kitap okuyarak yolculuk yapmaları gibi bir faaliyette bulunamasa da en azından hayal kurma ve düşünme faaliyetleri beklenirdi.

Çünkü insan düşünebilen bir yaratıktı. Düşüncesine yol ve hedef gösteren en kuvvetli duygusu da hayal etmekti. Günümüz gençleri ellerindeki akıllı telefonlara bağımlı hale gelerek kendi akıllarını kullanamaz hale gelmişlerdi. Sanki düşünme ve hayal etme yeteneklerini kaybetme yolunda hızla ilerliyorlardı.

Aslında akıllı telefonlar yerinde ve zamanında telefon, mesaj, alışveriş, araştırma, bilgi edinme, sivil toplum tepkisi gösterme vb. işlerde kullanılabilecek harika cihazlardı. Fakat onları tembelliğin en büyük alameti olan sıkıntıdan kurtulma amacıyla sürekli elden düşürmeme bu harika cihaza bağımlılığa sebep oluyor ve kötü etkiler başlıyordu.

Peki, bu gidişin sonu ne olacaktı? Bediüzzaman Hazretleri “Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan(unutma) veya tenâsi edilse(unutmuş görünme), ezhan(zihinler) enelere dönüp etrafında gezerler.” (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri-41. s.555) demekteydi.

Yani bir insanın gaye-i hayalî demek olan din ve mukaddesat, ümmet ve millet, memleket ve vatan, emniyet ve asayişe hizmet davası, sevdası, ileriye dönük ufku, derdi, düşüncesi, sevdası, gelecek için olan planları olmazsa insan içine kapanır. Kendinde boğulur veya kendinde takılır kalırdı.

Yahut hayallerinden uzaklaşan; hedefini unutan yahut bildiği halde unutmuş gibi davranan (tenasi) insanların zihinleri, düşünceleri, bütün çalışmalarının amaçları yalnız kendilerini düşünmeye, bencilliğe yani enelere dönerlerdi. İşte o zaman insanlar kendilerine takılır, kendilerinde boğulur, kendilerini görür ve kendisi için yaşardı. Sanki bedenleri bir arada fakat ruhları ve kalpleri birbirine yabancı bir toplum ortaya çıkardı.

İnsanın hem hayatında bir intizam ve gaye olmazsa ki; insanın şu kısacık dünya hayatındaki en büyük gayesi, ebedî saadeti kazanmak olmalıydı. Yaratılış gayesini düşünmeyip ibadet ve kulluk vazifesini yapmazsa sadece dünyaya yönelirdi Nefsin kötü arzularının peşinden koşardı. Nefsinin kölesi olur ve onu ilah edinirdi. Bütün aza ve duygularını da bu yolda çalıştırırdı. Her şeyi kendi benliğine hizmet eden bir vasıta olarak düşünürdü. Bu da insanı yalnız kendini düşünen ve hayatın gayesini hazcılık olarak gören bencil ve zevkperest bir hayvana dönüştürürdü.

Hâlbuki eğer gayemiz güçlüyse hayatta karşımıza çıkan her türlü zorluğa ve sıkıntıya karşı mücadele gücümüz de ona göre fazla olur ve bu oranda başarı ihtimalimiz de artardı. Üstelik “Ona verilen bütün cihazat ve âlât ve letaif, ondan şikâyet ederek haşirde onun aleyhinde şehadet edeceklerdir ve davacı olacaklardır.” (Sözler, Yirmiüçüncü Söz, s.361) sözüyle ifade edilen sorumluluktan da kurtulunmuş olurdu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*