Sosyal medya gayyaya dönüşüyor

Bazılarımızın dünyasına “sosyal medya” kelimeleri müsbet çağrışımlar yaparken, bu sanal medyanın çürüttüğü hayatları görenlerin feryadı, ister istemez bizi düşündürüyor. El-hükmü lil ekser kaidesine göre sosyal medyanın medeniyetimize getirisi, götürüsünün yanında devede kulak bile kalmıyor.

Teknoloji harikalarının her nev’inin Allah’ın bir ismine dayandığını isbat eden Bediüzzaman Hz.leri sefih ve semavî dinler karşıtı Avrupa medeniyetinin teknolojiyle beşere vereceği dehşetli zararları 60-70 sene öteden bize bildiriyor. Allah’ın kevnî kanunlarına itaat ederek ulaşılan harikaların zararlı şeylerde kullanılması ne o buluşlara ve ne de çoğu kez aletlere yanlış bir mana yüklüyor. Buradaki önemli ayrıntı; Üstadın Emirdağ Lâhikasında “medeniyet-i hazıranın harikaları beşere birer nimet-i Rabbaniye olmasından hakikî bir şükür ve menfaat-i beşerde istimali iktiza ettiği halde…….ehemmiyetli bir kısım insanı tembelliğe ve sefahete ve sa’y ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için, sa’yin şevkini kırıyor…” ifadeleriyle işaret ettiği hakikatlerdir. İnsanı yaratan Rabbinin istediği doğrultuda kullanılmayan harikalar, nimet iken musîbet, ıztırap ve azaba dönüşüyorlar. Şimdiden uç vermeye başlamış yüzlerce bedenî ve ruhî hastalık, sosyal veya sanal medyadaki felâkete ister istemez gözlerimizi açıyor.

Sanal medya veya teknoloji harikalarının insan fıtratına, temel değerlerine, inanç ve genel ahlâka tecavüz etmesi karşısında, insan olan elbette eli kolu bağlı duramaz. Medeniyet harikalarının hayatımıza katkısı, yaşantımızı kolaylaştırması ve insanlık seviyemizi yükseltmesine eyvallah…Fakat insanın olmazsa olmazları olan değer, prensip, fıtrî hayat ve sağlığı tehdide kalkışmasını, ancak insanlığını kaybetmiş olanlar kabullenebilirler.

SOSYAL MEDYA GERÇEK HAYATTAN KOPARIYOR…

İndividualizm veya bireyselcilik hastalığına Avrupalılar bundan 60-70 sene önce dikkat çekmişlerdi. Medeniyetin getirdiği kolaylıklar ve refah benmerkezci, paylaşma ve yardımlaşmayı dışlayan insanların öne çıkmasını sağlamıştı. Gazete ve radyo ile uzaklara pencere açan insan, bencilleştikçe kendisine döndü. Sonra ekranlar, daha sonra videolar, daha sonra çanaklar ve internet ile içinde yaşadığı sosyal hücrelerden koptu. İlk kopuşun individuel insanı, bin dairelik bir sitede yapayalnız ve herkese ecnebi bırakıldığını kestirememişti. Telefon mektubu öldürürken görüntülü cep makinaları fıtrî sosyal iletişim unsurlarının yekûnunu tehdit ediyor şimdi.

Ferdin içinde doğduğu ve büyüdüğü sosyal mekânı bırakıp da her an yabanlarda dolaşmasını, benliğiyle oralarda hayalen yaşamasını bizden öncekiler elbette tahayyül edemezlerdi. Bir oda içinde üç arkadaşın saatlerce ellerindeki kutularla meşgul olup, tek kelime konuşmaksızın yaşayabileceğini kim düşünebilirdi ki… O kutucuklar ki evlâdı anneden-babadan, öğrenciyi okuldan, işçiyi işyerinden, müridi şeyhten, eşi eşten ve ferdi cemaatten saatlerce, belki de günlerce alıkoyup gönül ve kalbini tamamen başka şeylerle dolduruyor.

Yunan felsefesinin insan tariflerinden biri de “düşünen ve konuşan” ibaresidir. Saatlerce küçücük bir ekrana kilitlenen insan konuşmayı unutmaz mı? Aylarca ve yıllarca başka programcıların peşinden sürüklenenler düşünmeyi de unuturlar. Kalem yazmayı unuttuğu gibi dil doğru telâffuzu ve beyin de düşünmeyi unutuyor sosyal medyada. Oralarda fikir ve düşünceyle bulunanların sayısı o kadar az ki…

Mütemadiyen gözleri, kulakları ve hissiyatı başka kişi ve yerlerle meşgul insanın elbette düşünmeye takati olamaz. Düşünemeyen insanın basireti de, muhakemesi de çok yüzeysel kalır. Baze, sosyal medyayla alâkası olmayan ami bir adam, entel dediğimiz sanal medyadaki kişiden daha sağlıklı muhakeme yürütüp feraset gösterebiliyor. Derinlikten mahrum konuşmalar, tatsız zevkler, yeknesak ve renksiz estetik telâkkileri ve hayatın özünden mahrum ifadeler, insanımıza sanal veya sosyal medyanın bir hediyesi değil mi?

Günümüz insanına medya ile işkence çektirenlere, belki de para hırsı, siyasetle dünyaya hâkim olma kaygısı veya nefsanî arzulara kölelik belâsı bu cinayeti işlettiriyor. Birileri haris menfaati için bizi sosyal medya cehennemine çekiyor. Anne-babadan, yardan, evlâttan, şeyhten, cemaatten koparırken ruhumuz bile duymuyor gibi…

SOSYAL MEDYA İLE İHTİLÂL

Neoliberallerin Turuncu Devrimlerini kastetmiyorum. Doha’ya toplatılmış binlerce bilgisayar teknisyeni ile organize edilen Arap Baharı maksadım hiç değil. Bireydeki ihtilâlden veya ihtilâllerden söz ediyorum. Milliyet, cemiyet, aile ve sosyal bağlarımızı yerle bir etmeyi hedeflenmiş bir ihtilâlin kodlarını, sosyal veya sanal medyanın işleyiş biçiminde ve muhtevasında bulabilirsiniz. Değerlerimizdeki depremin şiddet ve boyutları hayal edemeyeceğimiz kadar dehşetli geçiyor. Toplumun çekirdek hücrelerini birbirine bağlayan mukavemet bağları çürürken, akrabalık ilişkileri fanteziye dönüşüyor. Sosyal medya ile aynı hanede yatıp kalkan insanlar, birbirlerinden fersah fersah uzaklaşıyor. Aile fertlerine pencerelerini kapatmış bireylerin Avrupa ve Amerika’yı tüketim menfezlerinden seyredişi manevî bir cinnetin ayak seslerini duyurmuyor mu bize…Tüketim canavarının pencerelerinde un ufak olmuş aile fertlerinin ellerinde hâlâ sosyal medya aygıtları duruyor. Cemiyeti labirentlere ayırmış ve tepesinden bizi seyredenler, topluma herşeyin sanallaşacağını teklin ediyorlar. Dehşetli bir hipnoz… Milletimizin ve Türkiye’nin geleceğine ipotek koyan güçlerin hipnozundan habersizce toplu taşıt aracında i-phone’u ile uğraşan yüzbinlerce genç…

Milletin ruh ve beden sağlığını korumaya söz vermiş hükümet, vatandaşı yepyeni uyuşturucu çetelerine kendi elleriyle teslim etmiş. Global iletişim çeteleri, bankalar, fonlar ve onları korumak ve kollamakla kendisini vazifeli bilen devlet… Amerika ve Avrupa belli bir zarardan sonra uyandılar. Milletleri uğruna hükümetler meydan savaşı verirken, bizimkiler halklarının derin uykularından o kadar eminler ki…

Fakat uyananların sayısı hızla artıyor…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*