Sosyal medya kul hakkı çiğnemeye perde midir?

Efendimiz (asm) sahabelere: “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuştu. Onlar: “Bize göre müflis, parası ve malı olmayan kimsedir.” şeklinde cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi şu kimsedir: Kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelir. Fakat şuna sövdüğü, buna zina isnâd ve iftirasında bulunduğu, şunun malını yediği, bunun kanını döktüğü ve şunu dövdüğü için iyiliklerinin sevabı şuna buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilir ve neticede Cehenneme atılır.”1

Bu hadis-i şerifi okuduktan sonra titrememek elde değil. Bin defa düşünüp, bir hareket etmek gerekiyor. Hayal etmeyi deneyelim. Ömrümüz boyunca kazaya kalmış tek bir namaz, oruç vb. ibadetimiz olmasın. Hesap gününde mükâfat beklerken gıybet, dedikodu, iftira, kalp kırma sebepleriyle kul hakkına girdiğimiz insanların alacaklarıyla karşılaşıyoruz. Öyle bir an geliyor ki, verecek tek sevabımız kalmıyor. Bu sefer de kalan kişilerin kul hakkına girdiğimiz miktarda günahları bize yüklenmeye başlıyor. Netice itibariyle tek sevabı kalmayan ve günaha battıkça batan bir tabloyla cehennemin yolunu tutuyoruz…

Yukarıda anlatılan roman, film veya hayal değil. Belki de çoğumuzun başına gelecek trajediden bahsediyoruz. Bir kişinin bu kadar günaha batması günümüzde sosyal medya sayesinde oldukça kolaylaşmıştır. Bir günahın saniyeler içinde milyonlarca günaha çıkması işten bile değil.

Günahlar nasıl milyonlarla çarpılır?

Üstad Hazretleri zamanında kullanılan teknolojik makine radyoydu. Radyo ile ilgili bahisleri günümüzde cep telefonu, televizyon ve bilgisayar olarak düşünebiliriz. Hassaten internetin hayatımıza girmesiyle beraber sosyal medya kullanımı çoğu zaman insanı günaha daldıran bir bataklık olduğunu ibretle müşahede ediyoruz. Bu hususta Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ikazlarına kulak verelim:

“Âhirzamanda bir şahsın hatiât ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler vardır. Eskide, “Acaba âdi bir adam, binler adam kadar günah işleyebilir mi? Ve o ahirzamanda bildiğimiz günahlardan başka hangi günahlardır ki, kâinatın heyet-i mecmuasına dokunur, kıyametin kopmasına ve dünyaları başlarına harap olmasına sebebiyet verir?” diye düşünürdüm. Şimdi bu zamanda müteaddit esbabını gördük. Ezcümle: Müteaddit o vücuhundan radyomla anlaşıldı ki, o birtek adam, birtek kelimeyle bir milyon kebairi birden işler. Ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günahlara sokar.”2

“Sebep olan yapan gibidir.” kaidesi ve “Kim bir kimseyi hayra çağırırsa, kendisine uyanların sevaplarının bir misli ona aittir. Bu sevap (kendisine uyanların) sevaplarından bir şey eksiltmez. Kim de sapıklığa (dalalete) çağırırsa kendisine uyanların günahlarının bir katı ona aittir. Bu günah (kendisine uyanların) günahlarından hiçbir şey eksiltmez.”3  hadisi düşünüldüğünde hangi yola davet ettiğimizi tetkik etmeliyiz.

Soruların cevaplarını düşünüyor muyuz?

Mezkûr tespitleri sosyal medya kullanırken ve yaptığımız paylaşımlara, yorumlara uygulamak ister miyiz? Bu imkânı Rabbimizin razı olduğu şekilde kullanabiliyor muyuz? Amellerimizi ihlas süzgecinden geçiriyor muyuz? Bilhassa içtimai ve siyasi mevzularda polemiğe giriyor muyuz? Hüsn-ü zan mı yoksa sû-i zan mı önceliğimiz? Bir haber veya paylaşımı okuduğumuzda etraflıca araştırma ihtiyacı duyuyor muyuz? Polemiklerin kapılarını açarak dedikodu, hakaret, iftira gibi kul hakkına sebebiyet verecek hallerden hakkıyla sakınabiliyor muyuz? Bu ve benzeri soruların cevaplarını düşündüğümüzde vicdanımız rahat mı?

Bu soruları nazara vermişken bilhassa sosyal medyayı kullanırken kul hakkına girmemek için bazı ayet, hadis ve Risale-i nur pasajlarındaki ikazları dikkate almalıyız. Doğru hareket için kaynağın da hak olması gerekir.

Doğruluğu temsil edebiliyor muyuz?

İlk dikkat edeceğimiz husus doğruluk olsa gerek. Paylaşımlarımız hak olmalı, zamanlama ve bizim üzerimize vazife olan konulardan seçilerek, taviz verilmemelidir. “Her söylediğin hak olsun, fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur.”4 ve “Hakkın hatırı âlîdir. Hiçbir hatıra feda edilmez.”5 kaidelerini yaşayan bir duruşumuz olmalı.

Hangi zanla hareket ediyoruz?

Zanla hareket etmek de önemli bir kul hakkı ihlalidir. Eksik bilgiler ve ön yargılar sosyal medyadaki yalan haberlerin kaynağı durumunda. Bu durumda “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı büyük günahtır…”6 ayetini hatırlamak yerinde olacaktır.

Yapılacak olan ise: “Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh, eslâf-ı izâmın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek sû-i zandır. Sû-i zan ise, maddî ve mânevî içtimaiyatı zedeler.”7 ifadelerini yaşamaktır. Zanda bulunmamız icap ediyorsa hüsn-ü zannı tercih etmeliyiz.

Bu tercih bilhassa hizmet eden nurcular için hayati öneme sahiptir. Zira; “Risale-i Nur şakirtlerinin tesanüdlerine zarar vermek için birbirinin hakkında su-i zan verdiriyorlar, ta birbirini itham etsin.”8 tespitinde görüldüğü gibi su-i zanna ehl-i dünyanın hafiye ve propagandacıları ciddi tahşidat yaptığını Üstadımız ihbar ediyor.

Çoğu günahın kaynağı: Haset

Haset pek çok kul hakkına sebebiyet veren günahlara (gıybet, iftira, yalan gibi) kapı açar. Akranlarının mutlu, huzurlu, kariyerli ve zengin olduğunu ima eden paylaşımları, bu imkâna sahip olamayanları menfi yönde tesir ettiğini ilmi araştırmalar da göstermiştir.

Gıybet nedir?

Gıybetin tanımını bilmekte fayda var. Zira, nefis “Söylediklerim yalan değildir. Olan bir şeyi söylüyorum.” şeklinde savunma yapıyor. “Gıybet, kardeşinin” hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır.”9 hadisi doğruluk kriterinin yetmediğini aynı zamanda kişiyi hoşnut etmesini şart koşar.

Ölü eti yemek ister misiniz?

Basit görülen ve sosyal medyada çokça işlenen bu günahın Kur’an’da; “…Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi?”10 ölü eti yemeye benzetilmesi yoruma hacet bırakmıyor.

Üstadımızın; “Nasıl ateş odunu yer bitirir; gıybet dahi a’mal-i sâlihayı yer bitirir.”11 ve “Gıybet, ehl-i adavet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silahtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silaha tenezzül edip istimal etmez.”12 şeklindeki tespitleri gıybet edenin iki cihanını nasıl zehirlediğini özetliyor.

Bir ayet!..

Sosyal medya doğru kullanılmadığı takdirde kişiyi vartalara sürükleyen bir uçurum gibidir. Bu platformları kullanırken; “Bilmediğin bir şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalp, hepsi de ondan sorguya çekilecektir.”13 ayeti hatıra gelmelidir.

Bir hadis!..

Her saniyemizin hesabını vereceğimiz hakikatini düşünerek helal dairesi sınırlarına riayet etmeliyiz. Profilimiz ve paylaşımlarımız; “Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir…”14 tanımına uygun olmalıdır.

Köprüden önceki son çıkış: Helalleşmek!

Birebir polemiklere girmekten kaçmalı, kul hakkına sebebiyet veren sözlerden (hakaret, itham etmek gibi) sakınmalıyız. “Evet mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil belki lütufla ıslahına çalışır.”15 kaidesini bütün ruh-u canımızla yaşamalıyız. Şu ana kadar baskıyla, hakaretle istediğini yaptıran olmamıştır. Bu tavırlar şahs-ı maneviye de zarar verir.

Her şeye rağmen nefsimize uyup, hata etmişsek özür dilemekten ve helallik istemekten çekinmemeliyiz. Efendimizin (asm); “Ey insanlar! Kimin üzerine geçmiş bir hak varsa onu hemen ödesin, dünyada rezil rüsvâ olurum diye düşünmesin! İyi biliniz ki; dünya rüsvâlığı âhirettekinin yanında pek hafiftir.”16 ikazı ne yapılması gerektiğini gayet sarih bir şekilde özetliyor.

Az ve öz kullanmak!

Son olarak sosyal medyayı olabildiğince az istimal etmeliyiz. Her kullanımda daha çok bağımlı hale geldiğimizi ve kul hakkı başta olmak üzere pek çok günaha ve olumsuzluğa kapı açıldığını Üstadımız şu şekilde ifade ediyor:

“Evet, bu zamanda merakla radyo vasıtasıyla ciddî alâkadarâne küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır, manevî bir divane olur; ya kalbini dağıtır, manevî bir dinsiz olur; ya fikrini dağıtır, manevî bir ecnebî olur.” 17

Dipnotlar:

Müslim, Birr 59.;
Kastamonu Lâhikası, s.46.;
Müslim, İlim, 16.;
Mektubat, s.256.;
Hutbe-i Şamiye, s.104.;
Hucurat Sûresi, 12.;
Mesnevî-i Nuriye, s.58.;
Emirdağ Lâhikası, s. 95.;
Tirmizî, Birr, 23.;
Hucurat Sûresi, 12.;
Mektubat, s.310.;
Mektubat, s. 267.;
İsra Suresi,36.;
Buhari, İman, 4-5.;
Mektubat,s.324.;
İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319.;
Kastamonu Lâhikası, 34.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*