Spielberg ve Risâle-i Nur

Hollywood’un meşhur yapımcısı Spielberg, Into The West’te kahramanlara ilginç bir diyalog yaptırır. Diyalog, Risâle-i Nur’un kâinatta cereyan eden hadiselere ve peygamber kıssalarına bakış açısıyla paralellik arz ettiği için dikkat çekici.

 

İki asker, düşmanlarının saldırısından kaçarken önlerine çıkan bir mağaraya sığınırlar. Dışarıda düşman o­nları beklemektedir. İkisi de ümitsiz ve bitkin haldedir. Olayın kahramanı çaresizlikten ve ümitsizlikten kendini bırakmak üzeredir.

Dindar ve tecrübeli bir asker olan komutanı ise çabuk toparlanır ve “Hz. Yunus’u (as) hatırlayalım” der. “Denize atıldığında kendisini yutmaya gelen balığın, görevli olduğunu ve kurtulmasına sebep olacağını bilmiyordu. Her şeyin bitip tükendiği bir anda dahi ümidini kesmedi ve Allah’a duâ etti. Haydi biz de Hz. Yunus (a.s) gibi duâ edelim.” Daha sonra ikisi de içten bir şekilde duâya başlarlar. Hikâyenin sonunu merak ediyorsanız eğer; duâya başladıklarında elde ettikleri moral ve güç ile kurtuluşa ilk adımı atmışlardı bile.

Malûmunuz Hz. Yunus’un (as) o muhteşem duâsının başlangıcı, tamamının manasını da içine alacak şekilde Kur’ân’da geçmektedir. Âyet şöyledir: “Karanlıklar içinde niyaz etti: ‘Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.’”

Bilindiği gibi Bediüzzaman Hazretleri Hz. Yunus’un (a.s) bu duâsına çok ehemmiyet verirdi. Tesbihat’ta belirtildiği gibi, akşam ile yatsı arasında otuz üç defa okunmasının büyük faziletleri vardır. Yine bilindiği gibi karanlıklara bir ışık olan Lem’alar adlı eseri de bu âyetle ve tefsiri ile başlar. Karanlıklar mânâsındaki zulümat ile zulüm aynı kategoride incelenerek, denizin karanlığı, balığın karnındaki karanlık ve gecenin karanlığı ile, bizim için o­nunkinden çok daha büyük bir tehlike olan manevî karanlıklara dikkat çekilir.

Risâle-i Nur okuyanlar, birisi görevinin şuurunda, hadiselerin hakikatini ve hikmetini araştıran tevekkül sahibi; diğeri ise sorumsuz ve tevekkül etmeyen iki asker hikâyelerine âşinadır. Sekizinci Söz’deki hikâye ise konumuz açısından daha da enteresandır. Büyük bir sahrada kendisine saldıran bir aslanın korkusundan altmış arşın derinliğinde bir kuyuya atlayan kişi, ortada bir dala tutunur. Yukarda aslan, aşağıda ise bir ejderhanın dehşetine karşı tefekkür etmeye başlar. Hadiselerin tesadüf olmadığını, aralarında bir ilgi bulunduğunu; en önemlisi de kendisi ile o­nların arasında bir ilgi olduğunu ve hadisenin zannettiği kadar korkunç olmadığını, kurtuluşun mümkün olduğunu ve bir imtihana tabi tutulduğunu fark eder.

Küçük Sözler’deki bu temsilî hikâyeler gerçekte hayatın ta kendisidir. Hayatımız bir bütün olarak bu temsilî hikâyelerdeki gibi cereyan eder. Aynı zamanda koca bir ömür, Spielberg’in hikâyesi ya da Sözler’deki hikâyeler gibi binlerce küçük hikâyenin de toplamıdır. Karşılaştığımız her bir hadise Âlemlerin Rabbinin kader kaleminden çıkmış bir imtihandır. Hadisenin bizimle ilgili bir görevi vardır. Bir sahibi ve bir hâkimi vardır. En önemlisi de bizden bir şeyler istenmektedir ve bir vazifemiz vardır.

Birinci Lem’a’da Hz. Yunus’un (a.s) duâsıyla ilgili şöyle bir ifade geçer:

“Sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için, şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve hûtu musahhar etmiştir.”

Tevhidi, Cenâb-ı Hakkın bütün kâinattaki varlığı, birliği ve mutlak hâkimiyeti olarak ifade edebiliriz. Ehadiyete ise, Cenâb-ı Hakkın her bir eşyadaki, her bir hadisedeki veya en küçük birimlerdeki birliği, hakimiyeti ve kontrolüdür diyebiliriz. İnsanların ekseriyetinin gafleti ehadiyet sırrındadır. Yani kâinatın, dünyanın, okyanusların ve diğer büyük cirimlerin Âlemlerin Rabbi tarafından yaratılması ve idaresini daha rahat idrak ederken, tek bir insan ile de, yani bizimle de bizzat ilgilendiğinden zaman zaman gaflet ederiz.

Halbuki insanın bir hücresinin idaresi dahi, bir şehrin ya da koca kâinatın idaresinden çok da basit değildir. Tesadüfe havale edilemez. Bizim için zerrenin içindeki atom ve atom altı parçacıkları idare etmek, nasıl güneş sistemini idare etmek kadar zor ve imkânsız ise; Cenâb-ı Hak açısından ikisinin de yaratılması ve idaresi aynı derecede kolay ve gereklidir. Şirkin ve tesadüfün müdahalesi imkânsızdır.

Öyleyse karşılaştığımız her hadisenin veya her musibetin bizim için bir imtihan olduğunu ve şartlar ne kadar ağır olursa olsun kurtuluşun yine de mümkün olduğunu, zerrelerden yıldızlara kadar her şeyin mutlak hâkimi ve sâhibi bir zatın idaresinde olduğunu daima hatırlamak gerekiyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*