Şu çocuğun Risale-i Nur ile muhatabiyetine bir bakın!

Nur hizmeti genel itibariyle belli bir yaş üstüne hitab ediyor diye düşünüyoruz.

Onun için de genelde gençlik öncesi dönem olan çocukları çok da ka’le almıyoruz. Hatta çoğu zaman da sohbetlere götürürken havayı teneffüs etsin, alışsın, oradaki arkadaşlarıyla oynasın kabilinden yanımızda götürüyoruz. Hatta zaman zaman değişik oturumlarda, ‘çocukları getirmeyin’ diyecek kadar konu ciddileşebilmektedir.

Risale-i Nur eserleri içinde pek çok lâhika mektuplarında ise, dokuz yaşında, on, on bir, on üç gibi yaşlarda çocukların isimlerinin kaydedildiğini görüyoruz. Bu satırlarda Risale-i Nur’un bu masum ruhları cezp ettiği anlaşılıyor.

Benim doğrusu bu satırlardan anladığım o yaş grubu çocuklarını Nur hizmetlerinde aslî bir unsur olarak görmek gerekliliğidir. Tabiî sohbet mekânlarına getirilen çocukların orada nasıl bir program içerisinde değerlendirileceği oradaki mahallin ilgililerinin konusu olsa gerektir. Yani tedbirini almak, orada onların geçirecekleri zamanı daha verimli hale getirmeyi netice verecektir. Nurun cezbesine kapılmış gelmiş çocukların oradaki neşeli halleri, oyunları tam da bir ruhların teneffüsü anlamında değil midir?

Yani bu durum üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir konudur. Aksi halde bu yaşlardaki Nur ortamlarındaki bir olumsuzluk çocuğun dünyasında sonraki hayatı için ciddî etkiler meydana getirecektir.

Hafta sonu gittiğimiz Adıyaman ilimizde bu konuda dikkatimi çeken bir şey oldu. Biz normal şartlarda lise ve üniversiteye hazırlıkla birlikte üniversiteli gençlere ‘şevk, moral, motivasyon’ üzerine sohbet niyetiyle gitmiştik. Öyle de oldu… Ama topluluk içerisinde hafta sonları buradaki çocuk programlarına katılan 13 yaş altı birkaç tane çocuk da vardı.

İnanır mısınız, en fazla soruyu onlar sordular. En dikkatli dinleme pozisyonunda onlar vardılar. İki aşamadan oluşan uzunca sohbeti sonuna kadar dikkatle dinlediler.

Özellikle de özgüvenleri yerinde bir şekilde, söz hakkı alarak, mantıklı cümlelerle katkı yaptılar, sorular sordular. Hatta onların bu etkin halleri gençlerin de ciddî dikkatini çekti.

Tabiî bu tablo, çocuklar için burada daha öncesinden yapılan programların ne kadar da etkin olduğunu, çocukların dünyalarını nasıl şekillendirdiğini ve bu mekânı nasıl da sever hale getirdiğini gösteriyor. Düşünün ki, çocuklar o gün için özel izin almışlar ve o tatlı mekânda yatılı kalmanın sevinci içerisinde idiler.

Anlaşılan ilgilenen kardeşlerimizde ihlâs düsturu devreye girmiş. Evet, ihlâsla yapılan her iş hakikaten derin izler bırakıyor ve güçlü etkiler oluşturuyor ve kerametvari meyveler veriyor.

Tam da bu düşünceler içerisinde iken, bugünlerde okuyor olduğum, Kastamonu Lâhikası’nda, “Fa’al, çalışkan, Risale-i Nur ve Medrese-i Nuriye talebelerinden Marangoz Ahmed’in mektubunda Eşref namında on yaşında bir masum çocuğun, köyünü, malını terk edip, iki gün mesafeden gelip, hiç yazı yazmadığı halde, on gün zarfında Risale-i Nur’u yazmaya muvaffak olması, Risale-i Nur’un bir kerameti olduğu gibi, Medrese-i Nuriyenin de harika bir çiçeğidir deniliyor” cümleleriyle karşılaşınca, doğrusu bu satırlarda geçen Eşref’in bir kabiliyet açılımına, Risale-i Nur’un kerametine mazhar olduğunu müşahede etmiş oldum. Yani bir de on yaşındaki bir çocuğun köyünü terk etmesi, malını terk etmesi ve daha da ilginci iki gün mesafeden gelip, yazı da bilmediği halde, on gün içinde Risale-i Nur’u yazmaya geçmesi bana oldukça ibretli geldi.

Bizim on yaşındakiler, bizim on beşliler, yirmililer neler yapıyorlar diye insan kendi kendine düşünmeden edemiyor.

Ne diyelim, Rabbim bizim çocuklarımıza da güzel hizmetler yapmayı, Nurun kerametlerine mazhar olmayı, iki dünyada da saadetler içerisinde bulunmayı nasip eylesin.

Ama, yani çocuklarımızda bir problem varsa da bu öncelikle kendimizi, nefsimizi gözden geçirmemiz gerekliliğini hatıra getiriyor. ‘Bundan zaten adam olmaz!’ diyerek çekilmek, mes’uliyetten kaçmaktan başka bir şey değildir. Bir de böyle bir yaklaşım Allah’ın işine karışmak anlamına gelen bir müdahaleden başkası da değildir ve tehlikelidir.

Evlâtlarımızla imtihanda olduğumuz göz ardı edilmemelidir. Kabul edelim ki, onların imanları ile ilgilenmemiz bizim de onların da imtihanlarımızı kolaylaştıracaktır.
O masumların yüzü suyu hürmetine belki de yaşıyoruz. Onların makbul duâlarını harekete geçirmeye çalışalım.

Yapabiliyorsak, evimizde akşamları onlarla tatlı satırlar okuyalım ki, onların kabiliyetleri nurânî atmosferlerde beslensinler ve manevî sofralarda gıdalansınlar.

Evet, evet, problem bizde. Gelin vakit geçmeden problemi giderelim.

‘Çocuktur deyip’ geçmeyelim; onlar biraz da biziz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*