“Süb, süb!” değil, “Sübhanallah, Sübhanallah!”

(Namazın çekirdekleri)

Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri 9. Söz’de şöyle diyor: “…Namazın mânâsı; Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yani, celâline karşı, kavlen ve fiilen ‘Sübhanallah’ deyip takdîs etmek; hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen ‘Allahuekber’ deyip tâzim etmek; hem, cemâline karşı kalben ve lisânen ve bedenen ‘Elhamdülillah’ deyip, şükretmektir. Demek tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey, her tarafında bulunuyorlar. Hem, ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını te’kid ve takviye için şu kelimât-ı mübâreke, otuz üç defa tekrar edilir. Namazın mânâsı, şu mücmel hulâsalarla te’kid edilir…”

İşte Üstadımızın çok güzel bir şekilde ifade ve tarif ettiği namazdan sonraki tesbihler, tesbihât çok mühimdir. Namaz kılarken, birçok yerinde söylediğimiz üç kelime (Sübhanallah, Elhamdulillah, Allahuekber), namazın sonunda da, Peygamberimizin (asm) tarifiyle otuz üçer defa tekrar edilmektedir. Şifre gibi olan o sayıyı; ne noksan, ne de fazla söylememek lâzımdır. Bir de o mübarek kelimelerin hakkını vererek, tek tek “Sübhanallah, Sübhanallah” diyerek çekmelidir, söylemelidir. Marifet hızlı hızlı “sup, sup” diye tesbih çekmek, yarım yamalak zikretmek değildir. İşin hakkını vererek, güzelce, ağır ağır söylemektir. Zirâ, Cenâb-ı Hakk’ı zikrediyoruz; yoksa boncuk çekme yarışı yapmıyoruz!

Tabiî bu üç mübarek kelimeyle yapılan tesbih, camilerde çekilen bildiğimiz tesbihattır. Bundan başka bir de, özellikle Nur Talebelerinin okuduğu, zikrettiği geniş manâdaki tesbihat vardır. Risale-i Nur’la müşerref olduğum ilk günlerde, Nurcuların yaptığı tesbihatı dinleyince şaşırmıştım. Bizim; camilerde, anamızın, babamızın okuduğu tesbihattan farklı bir şey yapıyordu onlar. O zaman içimden dedim ki “Yahu, yoksa bunlar başka bir şeyler mi acaba?” Meğer onlar başka bir şey değil, tamamen Sünnet-i Seniyyeyi takip eden insanlarmış. Aslında o tesbihat, Hz. Peygamber’in (asm) unutulmaya yüz tutmuş olan sünnetlerini ihyâ eden Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin keşif ve talimiyle, tahşidat yaparak tavsiye ettiği bir güzel, faziletli, kıymetli ve aslında baha biçilmez değerde bir zikrullahtır, salâvat-ı şerifedir. Ondandır ki, Nur’un has talebeleri, tesbihatlarını hiç aksatmaz, çok darda, zorda kalır da, yerine getiremezlerse, sanki namazın rüknünde bir eksiklik olmuş gibi üzülürler. Bunları bilen ağabeylerimizle beraber uzun yollarda seyahatte bulunduğumuz zamanlar, camilerde namaz kılarsak, vakitten kazanmak için bize “Kardeşim, tesbihatı yolda yapacağız” derler ve yolda neş’e ve huşû içinde tesbihatımızı yaparak giderdik ve de ağabeylerimizden öğrendiğimiz gibi, hâlâ da, öyle gitmeye devam ediyoruz. Aslında çok faziletli ve her kelimesi, cümlesi, çok güzel birer salâvat ve duâ da olan bu tesbihatı ben, Hacc ibadeti sırasında, hem tavaf, hem de Hz. Peygamber’in (asm) kabr-i şeriflerini ziyaret esnasında çok çok okumuştum.

İşte Nur Talebelerinin bu çok mühim olan tesbihatı hakkında Üstad, birçok yerde tahşidat ve tenbihatta bulunuyor. Bunlardan biri de Kastamonu Lâhikası’nda bulunan şu mektuptur:

“Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül [tenbellik, üşenmek] göstermesine binâen dedim: ‘Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (asm) ve Velâyet-i Ahmediyenin (asm) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür.’

Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti:

Nasıl ki, risalete [peygamberliğe] inkılâp eden velâyet-i Ahmediye (asm) bütün velâyetlerin fevkindedir [üstündedir]. Öyle de, o velâyetin tarikatı ve o velâyet-i kübranın evrad-ı mahsusası [hususi virdi, zikri] olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir.

Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki: Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede [Nakşîlerin zikirlerinde] bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nurânî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat, namazdan sonra ‘Sübhanallah, Sübhanallah!’ deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın muvacehesinde yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini mânen hisseder. O azamet ve ulviyetle ‘Sübhanallah, Sübhanallah’ der. Sonra o serzâkirin emr-i mânevîsiyle, ona ittibaen ‘Elhamdülillâh, Elhamdülillâh!’ dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (Aleyhissalâtü vesselâm) dairesinde yüz milyon müridlerin ‘Elhamdülillâh, Elhamdulillâh!’larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde ‘Elhamdülillâh’ ile iştirak eder ve hâkezâ ‘Allahu Ekber, Allahu Ekber!’ ve duâdan sonra ‘Lâ ilâhe illâllah, Lâ ilâhe illâllah!’ otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissalâtü Vesselâm halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında o sabık mânâyla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp, o halkanın serzâkiri [zikir başı] olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâma müteveccih olup ‘Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyke yâ Rasûlallah!’ der, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ı salâtiyenin [namaz tesbihatının] çok ehemmiyeti var.”

Evet, bu çok ehemmiyetli ve Nur Talebelerinin alâmet-i fârikası olan tesbihatı muhakkak yapalım. Ama yaparken de yanlış yapmayalım, hata etmeyelim, dikkat edelim. Hızlı hızlı okumayalım. Allah selâmet versin, Üstadın talebelerinden Üzeyir Şenler Ağabey sağlığının iyi olduğu zaman, bir yerde ikimiz, onun imametiyle namaz kıldık ve tesbihatı da o yaptı. Ama tane tane ve ağır ağır okudu. Bana da “Osman kardeş, Üstad hep böyle ağır ağır, tefekkür ederek yapardı” dedi. Daha önce gazetemizde yazdığımız (27.7.2009) “Cevşen tamam, salâten tüncînâ tamam, sıra tesbihatta…” başlıklı yazımızda da bir nebze bunlardan bahsetmiştik. Tabiî oradaki kasdımız da, yıllardır bazı insanların garip baktığı; Cevşen ve salâten tüncînâ duâlarının artık birçok yerde yapıldığını (özellikle de Gölcük merkezli büyük Marmara Depreminden sonra) ve sıranın tesbihata geldiğini ifade ile milletin bunu da benimseyeceğinin arzusuydu.

Tekrar bununla alâkalı bazı şeyleri hatırlatalım: Ben, dershanede ağabeyler tesbihat yaparken, 16-17 yaşlarındaki bir genç olarak onları dikkatle dinliyordum. O zamanlar Kur’ân okumasını da bilmiyordum. Daha sonra öğrenmiştim. Ama çok şükür hafızam kuvvetli olduğundan, tesbihatı dinleye dinleye ezberlemiştim. Malûm, sabah ve ikindi namazlarının sonunda okunan “Sübhaneke Ya Allah” diye başlayan esma-yı İlâhiyi şefaatçi yaparak okuduğumuz duânın adı “Dua-i Tercüman-i İsm-i Âzam”dır. “Yâ Cemîlü Ya Allah!” diye başlayan ve öğle, akşam ile yatsı namazlarının peşinden yaptığımız o tesbihatın adı da “Duâ-i İsm-i Azam”dır. Bunların sayısına dikkat edip, şaşırmamaya çalışıyordum. “Ya Cemilü ya Allah” diye başlayan 42, “Sübhaneke Ya Allah” diye başlayanlar da 38 adetti. Sabah namazından sonra okuduğumuz duâda “Allâhümme innâ nukaddimu ileyke beyne yedey külli nefesin ve lemhatin ve lahzatin ve tarfetin yatrifu bihâ ehlü’s-semâvâti ve ehlü’l-aradîyn, şahâdeten eşhedü en…” denilip, devamında da, on defa: “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hâmdü yuhyî ve yumît ve hüve hayyun lâ yemût biyedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadir” denir. Onuncusunda en sonuna “ve ileyhi’l-masîyr” eklenir. Ondan sonra da, ”Allahümme ecirnâ mine’n-nâr (3-5 veya 7 defa) denilerek devam edilir. Ama azimete dikkat etmek daha faziletli olduğundan 7 defa okumak daha iyidir. Akşam namazından sonra okuduğumuz duâ da, buna benziyor, ama arada küçük bir fark var. Orada ilk başladığında “Âmenna bi ennehû…” diye başlanır. Ondan sonra da dokuz defa; “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hâmdü yuhyî ve yumit biyedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr” denir. Onuncuda ise, aynı sabah namazının onuncu seferinde okunduğu gibi okunur. Çok faziletli olan tesbihatımızı muhakkak yapmaya çalışmalıyız.

DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN BAZI HUSUSLAR

Yine aklımıza gelen bazı notları da söyleyerek yazımızı bitirelim.

* Ezberden okuyan bazı kardeşlerimiz, şaşırmamak için olsa gerek, çabuk ve hızlı okuyorlar, bu sefer de ne söylendiği anlaşılmayabiliyor.

* Tane tane okunduğu zaman daha iyi oluyor. Özellikle de “Allahumme ecirnâ mine’n-nâr” duâlarında “âmin” diyecek kadar nefes almak lâzım.

* Eğer şaşırma ve yanlış okumalar vukû buluyorsa, tesbihat kitabından okunması daha iyidir. (Burada şunu da ilâve edelim. Kur’ân hattını bilmeyenler için yazılan Lâtin harfli tesbihat kitabını okumaktansa, Kur’ân okumayı öğrenip, o şekilde asıl tesbihat kitabından okumak elbette daha faziletlidir.)

* Namazların sonunda çekilen Kelime-i Tevhid sayısı 33’er iken, Üstadımızın okuduğu gibi, sabah ve yatsı namazlarından sonraki Kelime-i Tevhid’in yüzer defa okunması daha faziletlidir. Eğer o şekilde okunursa, günde en azından üç yüz defa tevhid zikrini yapmış oluruz ki, her halde bir ehl-i tarîkin çekeceği kadar zikir çekmiş oluruz.

* Sıklıkla yanlış yapılan bazı hususlara da dikkat etmek lâzım. Meselâ “Elfü elfü”lerden sonraki kelime-i şahadetten önce, bazı kardeşlerimiz “şahadeten” kelimesini ilâve ediyorlar. Bir eski ağabeyimiz anlatmıştı. Bu şekilde tesbihatı yapan kardeşimize rahmetli Zübeyir Ağabey, “Kardeşim, orada ’şahadeten’ diye yazıyor mu?” demiş.

Üstadımız “Said Nursî”nin isminin zikredildiği kısımlarda bazıları, “Bediüzzaman”ı da ilâve ediyorlar. Hâlbuki bu kelime de tesbihatta yok.

* Bazı yerlerde Duâ-i Tercüman-i İsm-i Âzam ve Duâ-i İsm-i Âzam bölümlerinin cemaat hâlinde hep bir ağızdan yapıldığını görmüştük. Bu da Üstadımızın ve saff-ı evvel talabelerinin tesbihat okuma tarzlarında yok.

* Yukarıda da dediğimiz gibi, ezberi çok iyi olmayan, karıştırma ihtimâli olanlar, kitabın yüzünden okurlarsa daha iyi olur.

*  Son olarak, Üstadımızın okuduğu diğer evrad ve zikirlerden bahsedelim: Tesbihat kitabında var bunlar. Sabah namazının sünneti ile farzı arasında hiç konuşmadan okunan ”Ya hayyu ya kayyum…” diye başlayan ve üç defa okunan duâ—ki tarifi tesbihatın sonunda var—ile akşam ile yatsı arası okunan duâların çok faziletli olduğunu, Üstadımız Birinci Lem’a’da söylüyor. Namazların Rabbenâ duâlarından sonra, selâmdan önce okunan “Allahümme lâ tühricnâ mine’d-dünya illâ mea’ş-şehâdeti ve’l-iman” diye başlayan duâyı da yapabilirsek, inşâallah, daha çok nur ve fazilete mazhar oluruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*