Şükredilmeden tüketilen nimetler hastalık mı yapıyor?

En son çalıştığım derslerden birisi de ‘Şükür Risâlesi’ idi. Doğrusu insan hangi risâleye biraz yoğunlaşsa, aslında bu ders her hafta yenilenmeli ve okunmalıdır sesini içinde duyuyor. Her dersin, ciddî bir ihtiyaç olduğu apaçık.

Nitekim insan nimetlerin içinde yüzerken de nimetlerden uzak kaldığında da ‘şükür’ halini unutabiliyor. O zaman da ne nimetlere gark olan farkında, ne de nimetleri çekilen farkında oluyor. Yani ikisi de aynı noktada kalıyor.

Şükrü edilememişse, nimetler bolluğu içinde olmak daha da veballi bir iş.
Özellikle dersin kâinattan, hayata; hayattan insana; insandan rızka dönük çerçeve içerisinde ele alınması çok dikkat çekici. Yani bütün yaratılmış mahlûkatın insan için hizmette bulunması ve bütün bu nimetlerin de insandan şükür istemesi insanın konumuna dikkatleri çekmektedir.
Kendi tesbihatını Rabbine sunmak sorumluluğu içinde olduğu gibi insanın bir diğeri sorumluluğu da halife-i arz olması hasebiyle, sair mahlûkatın da tesbihatını Rabbine takdim etmektir.
Düşünün ki, bütün nimetlerin karşılığında ise netice olarak insanın yapması gereken sadece şükür hali içinde olmaktadır.
Tabiî ki burada şükrün içinde kulluk halini idrak etme de vardır. Şükreden insan, Rabbini biliyor, tanıyor demektir. Yani nimetleri bir Veren var demektir.
Adeta insan şükrederek, kendisine verilen nimetleri besliyor, büyütüyor. Aksi halde insan nimetlere şükretmezse, bu hayvanî bir hal olan şuursuz bir şükür hali oluyor. Zaten şükürden şirke gidebilen tek varlık insandır.
Aslında bütün nimetler, dikkatleri Saniine çekmek anlamı taşır. Bu yönüyle bütün nimetler birer irşat ve şükrettiricidirler.
Nimetin kendi lezzetinden başka esas insana lezzet veren, o nimetlerin altında iltifat-ı Rahmaniyi görmesidir.
O zaman mesele nimetlerden, mün’ime geçebilmektir.
Şükrü yapılmayan rızıklar, maddî ve manevî hastalıkların tetikleyicileri olabilirler mi diye düşünüyorum. Zaten hastalıkların çoğu genel itibariyle rızıkların etrafında oluşuyor. Bu da olsa olsa Razık hatırlanmadan, Mün’im hatırlanmadan tüketilen nimetlerin insanda bıraktığı hastalıklar olsa gerektir.
Yani nasıl ki, besmelesiz kesilen hayvanlar insan sağlığına dönük mikroorganizmalar oluşmasına sebep oluyorsa, şükredilmeden tüketilen nimetler de obezite gibi pek çok maddî hastalıkları da beraberinde getiriyor olabilir. Bu aslında alan ilgililerinin çalışması gereken bir konudur.
Nitekim Bediüzzaman Hazretleri, Besmelenin tefsirini yaparken, işini Cenâb-ı Hak ile irtibatlandırmış olan kul için, Allah, ruhaniyatını bu iş ile irtibatlandırarak besmelenin içindeki Rahman ismiyle işin önündeki mazarratı, zararları def ve rahim ismiyle de işin hayırla sonuçlanması için hayırları celp anlamı taşımaktadır, yorumlarını yapmıştır.
İşte şükrü edilmiş nimetler de, elbette nimetlenen için kanaati, israf etmemeyi, nimetleri vereni hatırlamayı ve onun istikametinde nimetleri kullanmayı netice verecektir. Bir de yine şükrü edilmeyen nimetlerin insanı harama daha yakınlaştırdığından bahsedilebilir. Zaten bir insanın nimetlere karşı şükrünü ifade eden, kanaat, iktisat, rıza ve memnuniyettir.
İnsanın verilen nimetlere karşı şükretmediğini gösteren ise, hırs, israf, hürmetsizlik, haram-helâl demeyip rast geleni yemektir.
Elbette şükrün de en mükemmeli, sadece dil ile değil, ibadetler ile yapılanıdır. Nitekim namaz ibadeti, insanın sahip olduğu bütün nimetlerin şükrünü en mükemmel anlamda eda edebildiği bir ibadettir.
Allah, nimetleri arttırmayı, nimetlerin şükrünün yapılmasına bağlamıştır. Bir de nimetlere şükreden sadece dünyevî olarak bir sonuç değil, şükrettiği nimetler adedince ahiretteki azığını oluşturmaktadır. Yani şükredilerek tüketilen her nimet, cennet yiyeceği olarak kayıtlara geçmektedir. O zaman cennetteki nimetler, dünyada şükredilerek tüketilen nimetlerdir. Onun içindir ki, kâfirlerin ahirette cennet rızıkları yoktur.
Bir de şükürsüz tüketilen nimetler, kişiyi manen de hasta etmektedir. Şükürsüz tüketilen nimetler, nimetlerin Sahibini tanımamayı netice vereceğinden, her an o nimetleri tükenmesi gibi korkuları netice verecektir.
Oysa, baki olan Allah’ın varlığı, bütün nimetlerin de bekaya dönük varlığını göstermektedir.
O zaman, iman varsa, nimetlerin mahiyeti korunmuş olacak ve nimetler insanın maddî ve manevî varlığına hizmet edeceklerdir. Aksi halde, imansız-iradi şükürsüz tüketilen nimetler için, insan olmaya gerek yoktur.
İnsan için en güzel şey, aklın devrede olduğu şuur halidir. Böyle bir hayat, fani varlığı ebedîleştirir ve insanı şaki değil, şükreden bir kul haline getirir.
Ne mutlu sahip olduğu nimetlerin farkında olup, şükredebilen kullara.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*