Şükür, şifa verene!

Arabayla yol alırken ikindi namaz vaktine de az bir zaman kalmıştı. Namazı mahallemizdeki camide kılma düşüncesindeydim. Fakat, bir anda kıyametî bir hal ve müessif kaza, bu arzumuzu gerçekleştirmemize mani olmuştu. Bunda da bir hikmet vardı elbette.

Ambulans acı acı siren çalarak camimizin önünden geçerken, ikindi ezanı da okunuyordu. Mahzun ve çaresiz bir şekilde ezanın oradan geçerken ki kısmını dinleyip, boynumu büktüm. Caminin içine doğru değil, yanından ambulansın içinde olarak hastahaneye müteveccihen yol alıyorduk. İçimden düşünüyordum “Acaba ne durumdayım, bu halde ikindi namazını nasıl kılarım?” diye. Ve hastahanenin acil servisine girmemizle birlikte, koşuşturmalar ve hızlı bir şekildeki tetkik, tahliller neticesi acil servisteki müşahede odasına yatırılarak beklemeye başladık. Birine saati sordum, baktım ki kalkacak durumda değildim. Kazadan önce abdestliydim, ama el ve kollarımdaki kesikler neticesinde gelen kanı da görmüştüm. Yine de “Allah kabul eder inşaallah” diye niyetlenip, yattığım yerden kimseye belli etmeden ikindinin farzını îma ile eda ettim. Hep Rabbimden duâm oydu ki “Ya Rabbi! Emr-i Hak vaki olduğunda, inşaallah hiçbir namaz borcum olmadan gelirim yanına.” Durumum tam netleşmemiş, ameliyata mı gireceğim, ne haldeyim tam anlayamamıştım. Gerçi hiss-i kablelvuku ile, sağ bacağımın arızası dışında kendimi iyi hissediyordum, daha ağır durumlara nazaran halime şükrediyordum. Güneş battıktan sonra, hayatî tehlikemin bulunmadığını, aileme imza karşılığında eve gönderileceğimi, ama o 72 saat ağrı kesici verilmemesi, tansiyonun sık aralıklarla ölçülmesi, kusma, baş dönmesi gibi bir hal olursa derhal hastahaneye getirilme tenbihiyle yolladılar bizi. Kollardaki ve sağ bacaktaki travma, kesik ve burkulmaların onbeş gün sonra hafifleyeceğini de söylediler o arada.

Eve gelene kadar akşam namazının vakti geçmişti. Namaza karşı çok hassas olduğumdan, buna çok üzülmüştüm. Artık evde, sargı bezlerinin üzerinden mest yaparak, hanımın yardımıyla abdest aldım. Eee, namazı nasıl kılacaktık? Sağ bacaktaki müthiş ağrı bırakmıyordu. Ne yapalım, masanın önüne bir sandalye, masanın üzerine de bir-iki kitap (secde için, alnımı yere getirmeden boşlukta secde yapmak istemediğimden) koyup, orayı kendime seccade yaparak on altı gün boyunca o şekilde namaz kıldım Allah kabul etsin. Ertesi gün Cuma idi. Belki 20-25 sene olmuştu biz mazeret yüzünden Cuma namazını kılmayalı. O gün de Cuma namazına gidemeyince üzüldüm. Fakat bir hafta sonraki Cuma namazına gitmeyi arzu ediyordum. Bir şekilde oturarak, v.s kılmayı istiyordum. Fakat, merdivenle çıkılan camilere gidemezdim, düz ayak bir camimiz vardı yakında, oraya gitmek arzusundaydım. Fedakâr Dr. Mustafa Sağlık kardeşime söylediğimde, geldi o götürdü beni sağ olsun. Acil serviste de başımdan hiç ayrılmamış, hastahaneden bizimle beraber çıkmıştı.

Ya Rabbi! Ne zordu namazın rükünlerini tam olarak yerine getirmeden ifa etmek. Bir an önce normal şekilde namaz kılacağım anı gözlüyordum. Kazadan on beş gün sonraki Cuma namazına da aynı camiye, mahallemizdeki arkadaşlarımızdan Ali İhsan Çakmakkaya Hocam geldi götürdü oğlu Emre ile beraber sağ olsun. Ertesi gün, biraz kendimi toparlayıp, dizimin altına bir yastık koyarak, namazı kılma denemesi yaptım. Biraz zor da olsa, elhamdülillah oluyordu. O anda çocuklar gibi nasıl sevinmiştim. Hanıma söyledim, o da sevindi. On altı gündür ara verdiğimiz cemaatle namazlarımıza da başlamış olduk böylece şükür. “Şükür” derken, aklıma Üstadın Şükür Risâlesindeki bir sözü aklıma geldi. Üstad orada, “Hem şükrün envaı (çeşitleri) var. O nev’îlerin (çeşitlerin) en camii (içine alanı) ve fihriste-i umumiyesi namazdır” diyordu. Evet, bize namaz nimetini bahşeden ve onu tam mükemmel bir şekilde eda etmemizi sağlayan Rabbimize hadsiz şükürler olsun. Özlediğimiz secdesiyle, rükûsuyla artık normal namaz kılabiliyorduk elhamdülillah.

Tabiî bununla alâkalı söyleyeceğimiz söz şudur: Namazlarımızı vaktinde, tâdil-i erkânla ve hemen kılmaya gayret edelim. Dünya işlerine dalıp da, geç vakte bırakmayalım veya Allah muhafaza, namazı geçirmeyelim. Dünyanın bittiği yerde ahiret hayatı başlar. Orada ”Gel bakalım Ahmed, Mehmed, en son yaptığın iş nedir?” demezler adama. Orada sorulacak ilk şeylerin başında namaz gelecektir. Allah hepimizi, namaz hususunda müteyakkız olanlardan eylesin inşaallah!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*