Sultan Reşat ve Said Nursî

1. Meşrûtiyet 29 yıl askıda kaldıktan sonra 2. Meşrûtiyet 24 Temmuz 1908’de yeniden ilân edilir.

Sultan Reşat Meşrûtiyetin ilânının ikinci yıl dönümü münasebetiyle anayasanın dine aykırı olmadığını kamuoyuna mal etmek için sarayda resmî bir merasim tertip eder. Bu merasime devrin âlimleriyle birlikte Bediüzzaman da dâvet edilir. Saraydaki merasimi düzenleyen paşalar bu merasimde Bediüzzamanın da diğer âlimler gibi cübbe giymesini rica ederler. Bediüzzaman ise dâvete yöresinin kıyafeti olan ayağındaki çizmesi, belindeki kuşağı, hançeri ve başından omuzlarına kadar sarkan sarığı ile gelmiştir. Paşalar Bediüzzamana: “Hocam, hiç olmazsa bu törene diğer âlimler gibi cübbe ile katılmanızı rica ediyoruz. Yoksa Sultan’a karşı zor durumda kalacağız” derler. Bediüzzaman paşaların bu samimî ısrarlarını kırmaz ve cübbe giyerek saraydaki dâvete icabet eder.

Merasime; Şeyhülislâm Mehmet Ziyaeddin Efendi, âlimler, nâzırlar, devletin ileri gelen görevlileri, yüksek rütbeli komutanlar, âyan ve memurlar katılır. Padişahın oturduğu tahtın münasip yerinde özel duran bir sırma saçak sarkıtılmıştır. Merasime katılanlar gelip bu saçağı öptükten sonra yerlerine geçer. Dâvetlilerden bazısı saçağı, bazısı da sultanın eteğini öpüyordu. Makam sırasına göre saçak töreni devam ederken sıra Bediüzzaman’a gelir. Bediüzzaman yerinden kalkar, dik ve vakur adımlarla yürüyerek Padişahın önüne kadar gelir. Herkes normal bir saçak öpme beklerken elini göğsüne koyup “Esselâmü aleyküm” diyerek sultanı selâmlar ve oturduğu yere geri döner. Padişah olup biten karşısında şaşırır. Sarayda şimdiye kadar böyle bir olay ne duyulmuş ne de yaşanmıştır. Merasim alanındaki dâvetliler donup kalmış ve korku içinde Sultan’ın ne yapacağını nefes almadan merakla bekler.

Sultan’ın yüzü sinirden kararır, bir an otoritesinin ve gücünün sarsıldığını düşünür. Yanlış bir şey yapmamak için paşayı yanına çağırır ve ona: “Kim bu adam paşa? Beni mahalle muhtarı mı sanıyor? Niçin böyle selâm verir?” der. Paşa durumu nasıl ifade edeceğini şaşır, kelimeler diline dolanır “Efendim” der ve yutkunur. Padişah sesini yükseltir: “Söylesene! Kim bu cüretkâr adam?” diye bağırır. Paşa eli önünde bağlı: “Efendim, bu zatın lakâbı Bediüzzaman, ismi de Said’dir. Çok yüksek bir ilmi vardır. Çok da izzetlidir. Feleğe baş eğmeyen biridir. Onu yanlış anlamayın efendim” der. Sultan Reşat sakin olmaya çalışarak kısa bir süre olanları düşünür ve başını iki yana sallayarak “bu hoca farklı birine benziyor” diyerek paşayı yerine gönderir.

65 yaşındaki sultan, özellikle ağabeyi Sultan Hamid döneminde otuz yıl boyunca gözaltında kalmış ve her an asılacak bir mahkûm gibi korku içinde yaşamış. Zamanının büyük bölümünü de okuyarak ve düşünerek geçirmiş. Kitap ve ilimle haşir neşir olduğundan aynı zamanda âlimlere karşı büyük saygısı vardı. Bediüzzaman, Sultan Reşat’ın okuduğu kitaplardaki âlimlere benzediği için sultanın dikkatini çekmiş ve bu farklı davranışı sultanın takdirini kazanmıştı. Sultan Reşat, herkesin duyabileceği bir şekilde:

“Ben şimdiye kadar ilmin izzetini bu kadar cesaretle koruyan pek az insan gördüm ve tanıdım. Gerçek âlim, işte böyle Bediüzzaman gibi olmalıdır.” dedi. Bu olaydan sonra meşrûtiyetin âlimleri tarafından uygun olduğuna dair imza merasimi başlar. Bediüzzaman meşrûtiyeti, şer’iye diye imzalar ve imzasını da Said olarak atar. Bediüzzaman’la Sultan Reşat’ın dostluğu bu merasimden sonra başlar. İki samimî dost olurlar ve birbirleriyle pek çok şeyi paylaşırlar.

Bediüzzaman, Sultan Reşad’ın Rumeli’ye düzenlediği geziye onun özel misafiri ve Kürdistan âlimi sıfatıyla 06 Haziran 1911 tarihinde katılır. Sultan Reşad’ın refakatindeki büyük bir heyet Barbaros Zırhlısı’yla İstanbul’dan yola çıkarlar. Sultan ve heyeti 7 Haziranda Selânik Limanı’na varır. Sultan heyetle Selânik’te üç gün kalır ve buradan Kosova’ya trenle gider. 11 Haziranda Üsküp’e vardıklarında kurulması plânlanan Üsküp Üniversitesi’nin temeli atılır. Ancak bu seyahatten kısa bir süre sonra Balkan Savaşları başlar ve Üsküp düşer. Üniversitesinin yapımı mecburen durdurulur. Bediüzzaman, bu üç gün süren tren seyahatinde Sultan Reşat’a Van’da kurmak istediği Medresetüzzehra projesini teferruatlı bir şekilde anlatır. Hâlbuki Sultan Hamit Bediüzzaman’a projesini anlatma fırsatı dahi vermemişti. Onu önce tımarhaneye ardından da cezaevine göndermişti. Bediüzzaman, Sultan Reşat’ın kendisine gösterdiği yakınlığı ve dostluğu önemsediği için ona Osmanlı’nın geleceği ile ilgili Medresetüzzehran’ın önemini anlatır.

Sultan Reşat ve heyeti Osmanlı’ya sıkıntılar yaşatan Arnavutluk’a dost olduğunu göstermek için Üsküp Hükümet Konağı balkonundan halka hitap eder. Kendine yakın gördüğü Bediüzzaman’ı hemen yanı başına almıştı. Bediüzzaman ise nev-i şahsına münhasır ayağında çizmesi, elinde gümüş saplı kamçısı, belinde fildişi kaplı bir kaması ve başında siyah bir poşu ile kalabalığı izliyordu.

Bu seyahat sonrası Sultan Reşat, Bediüzzaman’ın söylediklerine inanır ve ikna olur. Böylece Medresetüzzehra için istediği kararı hükümetten çıkarır. Bediüzzaman da Medresetüzzehra projesini fiiliyata geçirmek için 1913 yılında İstanbul’dan ayrılarak Van’a döner.

Medresetüzzehra’nın yapımı için on dokuz bin altın tahsis edilir ve temeli Van Edremit’te atılır. Kısa bir süre sonra Birinci Dünya Savaşı patlak verince Medresetüzzehra’nın yapımı öylece kalır.

Bediüzzaman, 1. Dünya Savaşı’n da milis alay komutanlığı yaptığı esnada Bitlisi savunurken Ruslara esir düşer. Kırık ayağı Tiflis’te tedavi edildikten sonra Kosturma’daki esir kampına götürülür. Burada iki buçuk sene esir kalır. Rusya’daki rejim kargaşasından da istifade ederek firar eder. Leningrat’tan Almanya’ya oradan da Petersburg üzerinden Varşova’ya gelir. Oradan da Viyana’ya sonra Sofya üzerinden trenle 25 Haziran 1918’de İstanbul’a ulaşır. Bediüzzaman’ın İstanbul’a gelişini gazeteler şu ifadelerle duyurur: “Kürdistan ulemasından olup, talebeleriyle birlikte Kafkas cephesinde muharebeye iştirak eylemiş ve Ruslara esir düşmüş olan Bediüzzaman Said Kürdi Efendi, ahiren şehrimize muvasalat eylemiştir.” Sultan Reşat ise Bediüzzaman esaretten geldikten bir hafta sonra 03 Temmuz 1918’de Osmanlı toprağının çoğunu kaybetmiş bir padişah olarak vefat etmişti. Osmanlı devleti o kadar zordaydı ki Sultan Reşat’ın cenazesi kalktığından kimsenin haberi dahi olmamıştı.

Bediüzzaman ise 1918 Temmuz’unda Müslümanları ve İslâm dinini canlı canlı mezara koymaya çalışan zamanın sömürgeci güçlerine karşı “Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek, gür sadâ İslâmın sadâsı olacaktır!” ümidiyle hiçbir şey olmamış gibi heyecanla mücadeleye devam diyordu.

Misbah Eratilla

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*