Sungur’un vefatına semâ ağladı

“Semâvât ve arz, ehl–i imânın ölmesiyle ağlarlar.”

Mustafa Sungur Ağabeyle Risâle–i Nur’u tanıdığım aynı sene (1974) içinde Diyarbekir’de tanışma şerefine nail oldum.

O günden bugüne kadar geçen süre içinde kendileriyle unutulmaz hatıralar yaşadım. Bilhassa, Çağaloğlu’nda çalıştığımız (1979–93) yıllarda…

Dolayısıyla, bu meyanda anlatılacak pekçok hatıramız var.

Fakat, bugün o hatıralardan değil de,  onun vefat anından ebedî istirahatgâhına tevdi edildiği ana kadar geçen son bir günlük hatıralardan ve bizzat şahit olduğumuz manzaralardan söz etmek istiyoruz.

Sungur Ağabeyin vefat anı, İstanbul’da tam da ikindi vakti ezanı okunduğu ana tevâfuk etti.

Biz de o dakikalarda Topkapı Sarayı Müzesinin bahçesinde bulunuyorduk. Yanımızda Almanya’da gelen bir grup genç Nur Talebesi vardı. İstanbul’a 3–4 günlük bir ziyaret için gelmişlerdi.

İkindi ezanı okunduğu esnada, biz de Topkapı Sarayından tam çıkmak üzereydik ki, bir anda şimşek çakmaya, gök gürlemeye ve hemen ardından bardaktan boşalırcasına semâdan yağmur yağmaya başladı.

Öyle bir yağmur ki, şemsiye dahi kâr etmiyordu. Yaya yolu bir anda sele döndü. Yıllardır İstanbul’da böylesi bir yağmura tutulmuş değiliz. Üstümüz başımız sırılsıklam oldu.

O gün (Cumartesi günü), gerçi sabahtan itibaren ağlamaklı bir hava vardı. Arada bir çiseliyor, duruyordu. Lâkin, ikindi vakti sanki gök yarıldı da şehrin üstüne sağanak sağanak yağmur boşaldı.

Allah biliyor ya, o an içimizi garip bir his kapladı. “Bu şiddetli yağmurun bir başka mesajı olmalı” diye diye düşünmeye başladık.

Topkapı’dan ayrıldık ve taksi bulamadığımız için sulara bata çıka yolun yarıdan fazlasını yürümek zorunda kaldık.

Nihayet, Fatih’e kadar geldik ve Yavuzselim’deki Seyyidler Mescidi’nde misafirlerle yeniden biraraya toplandık.

İşte, Sungur Ağabeyin vefat haberini de burada aldık. Haberi aldığımız anda “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” der demez, hemen birbirimizle mânâlı mânâlı bakışmaya başladık: “Demek ki, ikindi vakti şahit olduğumuz o şiddetli gök gürlemesinin ve hemen ardından üstümüze bolca yağan yağmurun bir sebeb–i hikmeti bu imiş” diye, hep birlikte kanaat getirdik.

Evet, demek ki, “Nur Kahramanı” Sungur Ağabeyin vefatına âlem–i semâ ağlamış, bol bol gözyaşı dökmeye başlamış…

Nitekim, Mustafa Sungur’un da talebesi ve hizmetkârı olduğu Aziz Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri de, bir âyet–i kerimenin (Duhân Sûresi/29. âyet) “mefhum–u muhâlif”inden istihrac ettiği mânâ ile ay hakikate şu sözlerle parmak basıyor: “Ehl–i imânın dünyadan gitmesiyle, semâvât ve zemin onların üstünde ağlıyor. …Zîrâ ehl–i imân, semâvât ve arzın vazifelerini bilir. Hakiki hakikatlerini tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri mânâları imân ile anlıyor. ‘Ne kadar güzel yapılmışlar, ne kadar güzel hizmet ediyorlar’ diyor ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenâb–ı Hak hesâbına onlara ve onlar ayna oldukları esmâya muhabbet ediyor. İşte bu sır içindir ki, semâvât ve zemin, ağlar gibi, ehl–i imânın zevâline mahzun oluyorlar.” (Sözler, s. 582)
* * *
Evet, bizlerin hiçbir şüphesi ve tereddüdü kalmadı ki, muhterem Sungur Ağabeyin vefatı esnasında da böylesi bir kudsî mânâ tahakkuk etti.

Hemen ertesi gün, yani tam tamına 24 saat sonra ise, Sungur Ağabeyin cenaze merasimi vardı. Cenaze namazı Fatih Camiinde kılınacaktı. Biz de misafirlerimizle birlikte program değişikliği yaptık bir saat önce camiye varmak için yola koyulduk.

Camiye giden yollara vardığımızda gördük ki, ortalık adeta mahşer yerine dönmüş. Caminin içine, hatta iç avluya girmek dahi mümkün görünmüyor.

Biraz sonra, Fatih Camiinin etrafını saran park–bahçe kısımları dahi dolup taşmaya, Türkiye’nin hemen her yerinden gelen o nuranî cemaatin hayranlık uyandıran kalabalığıyla etraftaki cadde ve sokakları dahi lebâleb dolmaya başladı.

Orada, cidden ve hiç mübalâğasız mahşerî bir kalabalık vardı. Ki, bu manzara dahi, musalla taşında bulunan zatın nasıl makbul bir şahsiyet olduğu hakkında çok iyi bir fikir ve kanaat hasıl ediyordu.

Acip ve garip tevâfuklar

Bir gün önceki yağmurdan ortalığı sular–seller kaplamış iken,  cenaze merasimi olan Pazar günü ise, bambaşka bir hava vardı İstanbul’da.

Meteoroloji raporlarına göre, Pazar günü de İstanbul’da yağmur vardı. Fakat, ne hikmetse, yağmur yağmadığı gibi, atmosferde hiç rahatsız etmeyen, üşütmeyen ve de terletmeyen pırıl pırıl bir hava vardı.

Adeta, cenazeye koşup gelen on binlerin hürmetine, hava âlemi başka bir sûret almıştı.

Rahmet bulutları, sanki bir şemsiye vazifesi görüyordu. Hava, ne soğuk, ne de sıcaktı. Dolayısıyla, o Nur kahramanına yakışır bir cenaze merasimi yapıldı.
* * *
Cenaze merasiminin Pazar gününe denk gelmesi de çok manidardı. Cenaze merasimi, İstanbul’dan ve yurdun dört bir yanından isteyen herkesin gelebileceği bir gün ve saate tevâfuk etti.

Öyle manidar bir tevâfuk ki, Başbakan Sayın Erdoğan ile Diyanet Başkanı Muhterem Görmez de rahatlıkla gelip cenaze namazına iştirak ettiler. Keza, takdir toplayan konuşmalarda bulundular.

Bu şahsiyetler ile beraberindeki heyetlerin de cenazeye iştirak etmesi, bir umumî kabule sebebiyet verdi.
* * *
Bizimle aynı hali bir başka noktada yaşayan arkadaşımız Abdullah Eraçıkbaş, havanın güneş tutulmasını ya da akşam vaktini hatırlatan kararmasına şahit olarak, biraz sonra Sungur Ağabeyin vefatını haber alır ve twetter’da şu satırları yazar: “İnsanlık manevî bir güneşini daha kaybetti. Önce güneş karardı, sonra sema ağladı. Sungur Ağabey ebediyet âleminde. Allah mekânını Cennet eylesin.”
* * *
Bu arada, yurt dışından gelen misafirlerle de orada hasbihal ederken, şu hususları düşündük:

* Onlar dediler: Yarın Almanya’ya dönmek durumundayız. Bugün bu hadiseye şahit olmamız, Sungur Ağabey gibi bir Nur Kahramanının cenazesine iştirak edebilmemiz, bizim için bulunmaz harikulâde bir mazhariyettir. Tam bir tevafuk oldu.  Böylesi hadiselerle, ömür içinde çok nadir olarak karşılaşılıyor. Şükürler olsun. Bir taraftan hüzünlüyüz, bir taraftan da bu muazzam cemaati birarada görmekle bahtiyarız.

* Biz de onlara şunu söyledik: Aylardan beridir, hemen bütün hafta sonlarını İstanbul dışında geçirdik. Önümüzdeki haftalar için de durum aynıdır.

Manidar bir tevafuk eseri ki, siz aziz misafirlerimizi ağırlayıp uğurlamak için sadece bu hafta sonunu İstanbul’da geçirmek durumunda kaldık. Ki, bunun bir başka hikmetini de şimdi çok daha iyi anlamaya başladık.
* * *
Şu hususu da gayet iyi ve yakînen biliyoruz ki, 1999 depreminde hasar gören Fatih Camii, on yıldan fazla bir zamandan beri onarımdaydı.

Restorasyonun tamamlanması ve yeniden tam kapasite hizmete/ibadete açılması, çok yakın bir zamanda oldu.

Demek ki, bütün bu hazırlıklar ve daha bilmediğimiz, yahut sayamadığımız daha nice tevafuklar, Nur Kahramanı Sungur Ağabeyin cenaze merasimine bir hazırlık hikmetiyle vücuda gelmiş.

Cenâb–ı Hak, ganî ganî rahmet eylesin, kabrini de ömrünü vakfettiği nurlarla doldursun. Amin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*