Sünnet-i seniyye

1- Sünnet-i seniyye ne demektir?

Sünnet, kelime itibari ile yol demektir. Istılâhta ise Peygamber Efendimizin (asm) yolu anlamına gelir. Hürmeten “Sünnet-i seniyye” (çok mühim ve kıymetli olan âlî yol) denilmiştir.

 

Sünnet-i seniyyenin menbâı üçtür: Akvâli, ef’âli ve ahvâlidir. Yani Peygamber Efendimizin (asm) sözleri, fiilleri ve hâli sünnet-i seniyyenin kaynağıdır. Bu üç menbadan gelen sünnet-i seniyye, hüküm itibari ile de farz, nafile ve âdât-ı hasene olarak yine üç kısma ayrılır.
Farz ve vacib olan kısmına uymakla bütün Müslümanlar mükelleftir. Zira, Peygamberimiz  de (asm) Kur’ân’ın emir ve yasaklarına uymakla mükellef olduğu için hem farz ibadet, hem de sünnet olmuş oluyor. Meselâ, farz namazlar, namazların farz ve vacib rükünleri, namazda Fatiha’nın okunması, bayram namazı, kurban kesmek gibi ibâdât, sünnet-i seniyyenin farz ve vacib kısmındandır. Bunların ittibâında büyük sevaplar, terkinde ise, azap ve ceza vardır.
Nevâfil, yani nafile olan sünnetlerde ise; namazların sünneti, duha, teheccüd gibi namazlar, Ramazan ayı dışında tutulan oruçları vs. sayabiliriz. Bu kısım sünnetlere ehl-i iman emr-i istihbâbî (müstehab olması) cihetiyle yine mükelleftir. Terkinde ceza ve azap yoksa da; büyük kârından ve o sünnetin nurundan istifadesiz kalmak vardır.
Sünnet-i seniyye dünya ve ahiret saadetinin temel taşıdır. Kemâlât-ı insâniyenin madeni ve menbaıdır. Konuşma veya yürüme kabiliyetini annesinin yardımıyla öğrenen bir çocuk gibi, nihayetsiz istidat ve techizâtla donatılmış, binler hissiyat kendisine ihsan edilen insan, bu maddî ve manevî cihazatını keşf edip, Rabbinin rızası dairesinde hayra sevk etmeyi öğreten Peygamberimize (asm) tâbi olmakla mahlûkatın en eşrefi olarak ahsen-i takvim vaziyetini alır.
Peygamber Efendimizin (asm) beşere getirdiği hidayet müjdesini kabul edip sünnet-i seniyyesine ittibâ eden ümmetinin sünnet-i seniyeye ittibâ ve dîn-i İslâm’a bağlılık nispetinde ulaştığı medeniyet seviyesi ve saadet, her daim “dîn-i İslâm” ve “sünnet-i seniyyeden istifade” nimetleri için şükretmeye vesile olmuştur.

2- Neden sünnet-i seniyye’ye ittibâ etmeliyiz?
Efendimizin (asm) sözleriyle, hâliyle ve hareketleriyle hayatımızı anlamlandırmak bize insan-ı kâmil olma noktasında en mühim rehber olacaktır. Bediüzzaman Hazretleri sünnet-i seniyye’nin ehemmiyetine binaen şöyle demiştir:
“Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibâdete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et.” 1
Said Nursî, bu veciz ifadede, eğer sünneti hayatımızda tam yaşarsak; bütün hayatımızı ibadete çevirebileceğimizi, yapacağımız her hareketin ibadet hükmüne geçebileceğini ve hayatımızdaki bütün olumsuzlukları hayra çevirebileceğimizi belirtmiştir.
Âlem-i ervahtan başlayıp, saadet-i ebediyeye uzanan beşer yolculuğunda en emin rehberimiz, o yolu en güzel şekilde tarif eden, tarif etmekle de kalmayıp kendisine uyanları, binler meşakkat ve imtihanlar içindeki o yoldan en selâmetli bir şekilde geçiren, Peygamber Efendimiz (asm) ve onun sünnetidir.
O yolda gidenler, asla şaşırmadıkları gibi, o rehbere uyanlar beşeriyetin en mümtaz şahısları olarak anılmışlar, arkalarından gelenlerin de saadet kapısından girmesine vesile olmuşlardır.
“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız; bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin’” 2 âyetinden de anlaşılacağı üzere, Allah’ı sevmenin alâmeti ve onu razı etmenin yolu sünnete tâbi olmaktan geçiyor. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki:
“Allah’ın Resûlünde sizin için kendisine uyulacak en güzel örnek ve nümûneler vardır.” 3
Cenâb-ı Hak bize uygun olacak ve kendisinin hoşnut olduğu tüm hâl ve hareketin Resûl-i Ekrem’de (asm) toplandığını ve Allah’ın sevgisini kazanmak için sünnete uymanın gerekliliğini vurgulamıştır.
Meşhur Hasan-ı Basrî, şu hadise-i mu’cizeyi şakirtlerine ders verdiği vakit ağlardı ve derdi ki: “Ağaç, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma meyil ve iştiyak gösteriyor. Sizler daha ziyade iştiyaka, meyle müstehaksınız.”
Biz de deriz ki: Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittibâ iledir. 4
Efendimize (asm) cansız bir odunun bile bu derece meyil ve iştiyak göstermesi bizlere büyük dersler vermeli. Biz ki onun ümmeti olma şerefine nail olmuşuz, değerini bilip gerekli hassasiyeti göstermeliyiz.

3- Sünnet-i seniyyeyi terk etmek
Sünnetin her meselesine uymak mümkün olmayabilir. Bediüzzaman’ın da ifâde ettiği gibi, sünnet-i seniyyenin herbir nev’îne tamamen bilfiil tâbi olmak, imanda kemâl mertebede bulunan evliya ve asfiya gibi kimselere ancak müyesser olur.
Sünnet-i seniyyenin terkinde günah olmamakla birlikte, büyük sevaptan mahrumiyet vardır. Peygamberimizin (asm) biz Müslümanlara iki büyük emânetinden biri olan sünnetin değiştirilmesi ise bid’attır, dalâlettir ve büyük hatâdır. Ehemmiyetsiz görülmesi, büyük bir kabahattir. Bediüzzaman, sünnetin ehemmiyetsiz görülmesini cinayet olarak vasıflandırır. Sünneti bile bile terk eden, Resûlullâh’ın (asm) şefaatinden mahrum kalır. Bu konu da Resûlullâh Efendimiz (asm) şöyle buyurmaktadır:
“…Kim benim sünnetimden (hayat tarzımdan) yüz çevirirse benden değildir” 5
“Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkar.” 6
Bu iki hadis sünnetin ehemmiyetini en veciz bir şekilde izah etmiş ve ehemmiyetini açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Sünnet-i seniyye’nin dayanak ve referans noktası olması bu yüzden önemlidir. Nasıl omurilik soğanı çıkarılan bir kuş dengesiz hareket ederse aynen öyle de sünnet-i seniyyeye halis bir şekilde yönelip yaşamaya çalışmayan, önemsemeyen insan da hayatında dengesiz yollara sapar.

4- Günlük hayatta uygulayabileceğimiz sünnetler:
1. Hayırlı işlerde sağı kullanmak.
2. Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak.
3. Yemeğe besmele ile başlamak, Allah’ın sonsuz ikram ve nimetlerini tefekkür ederek yemek, sonunda da hamd etmek.
4. Yemekte tabağın kendi önümüze gelen tarafından yemek.
5. Yemeğe sofradakiler ile beraber başlamak.
6. Acıkmadıkça yememek, tam doymadan yemeği bırakmak.
7. Tabağa az yemek koydurtup artık bırakmamak.
8. Selâmı yaymak. Eve girince ilk söz olarak ev halkına selâm vermek.
9. Selâmla birlikte samimiyetle, tebessüm ederek musafahada bulunmak.
10. Hediyeleşmek ve gelen hediyeye aynıyla veya daha güzeliyle karşılık vermek.
11. Az gülmek, gülünce kahkaha ile değil, tebessüm ederek gülmek. Mütebessim olmak.
12. Çoğu zaman susmak, tefekkür etmek, ihtiyaç olunca konuşmak.
13. Tane tane, orta bir ses tonuyla konuşmak. Çok mühim şeyleri üç defa tekrar etmek.
14. Nefsî ve dünyalık bir şey için öfkelenmemek; buna mukabil bir hak zâyi olduğunda ve uhrevî meselelerde yeri geldiğinde Allah ve din hakkı için öfkelenmek.
15. Doğru sözle şaka ve mizah yapmak.
16. Boş işler (malayani) ile iştigal etmemek.
17. Ayakkabı giyerken önce sağdan başlamak, çıkarırken de önce soldan çıkarmak.
18. Takke ve sarıkla başı kapatıp namazı öyle kılmak.
19. Soğan ve sarımsak kokusuyla mescid ve meclislere yaklaşmamak.
20. Misafire elinde bulunandan ikramda bulunmak. Misafir ve ziyaretçileri temiz bir kılık kıyafetle karşılamak.
21. Esnemeyi mümkün olduğu kadar gizlemek. Ağzı elle kapayarak gidermeye gayret etmek.
22. Dâvete icabet ve hediyeyi kabul etmek.
23. Kapıyı üç defa vurmak, cevap verilmezse geri dönüp gitmek.
24. Emin ve muttakî insanlarla istişare etmek, neticedeki karara tevekkülle uymak.
25. Cömertlik. “Cömert Allah’a yakın, cimri ise Allah’a uzaktır. Cömertlik kökü cennette olan bir ağacın dünyaya sarkmış dalıdır. Kim o dala tutunursa, o dal onu cennete çeker.”
26. Çok tefekkür etmek. “Tefekkür gafleti izale eder. Ölümü tefekkür etmek fani lezzetleri acılaştırır. Eşyanın üzerindeki fena damgasını gösterir.”
27. Borçlanmalarda durumu yazıyla veya bir şahitle tevsik etmek. Böyle bir tedbir asla itimatsızlık sayılmaz. Anlaşmalarda değişik tevil ve tefsirlere yol açacak boşluklar bırakılmamalıdır. Durumu net olarak tesbit etmek lâzımdır.
28. Ölmüş kimseleri hayırla yad etmek.
29. Mevtanın ardından yüksek sesle ve çırpınarak, saç baş yolarak ağlamamak. Böyle yapmak kadere itiraz ve Cenâb-ı Hakk’ın takdirini itham etmek olur.
30. Hasta akraba, dost ve arkadaşları ziyaret etmek. Onlara tesellî ve ümit vermek. Ziyareti uzun tutmamak. Hastanın hoşa gitmeyecek hallerini başka yerde anlatmamak.
31. Sıla-i rahimde bulunmak. “Akrabayla alâkayı kesen bir kimsenin bulunduğu meclise Allah’ın rahmeti inmez.”
32. Anne-babaya itaat etmek, onlara ihsanda bulunmak, kalplerini kırmamak ve hayır duâlarını almak.
İşte sünnet-i seniyyenin yaşanmasında daha bunlar gibi birçok hikmetler vardır. Bu sebeple, her Müslüman sünnet-i seniyyeyi yaşamayı ve yaşatmayı kendisi için en mühim vazife olarak görmelidir.

5- Ahirzamanda sünnet-i seniyyeye uymanın neticesi
Bid’aların yaygınlaştığı, ümmetin fesada gittiği zamanımızda sünnete tâbi olmak daha ehemmiyetlidir. Bu zamanda bir sünneti işlemek binlerce sevap kazandırabilmektedir. Efendimiz (asm) bir hadislerinde bu gerçeği şöyle ifade eder:
“Bid’at ve dalâletlerin her tarafı istilâ ettiği ve ümmetimin bozulduğu bir zamanda sünnetime sarılana yüz şehit sevabı vardır.” 7
Sünnete tâbi olmanın bu derece büyük sevap kazandırmasının sebebini şöyle izah edebiliriz:
Bir Müslümanın en yüksek gayesi, Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Allah’ın rızasını kazanma yolları içerisinde en sağlamı, en makbulü ve en kısası, Resûlullahın (asm) gösterdiği ve takip ettiği yoldur. Resûlullah’ı (asm) sevmek ve ona tâbi olmak bizi Allah’ın rızâsına götürecek yegâne yoldur. Bu gerçek bizzat Rabbimiz tarafından şöyle ifâde edilir:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” 8
Yüce Rabbimiz Nisa Sûresi’nin 69. âyetinde de kendisine hakkıyla iman etmeyi, her hususta Resûlullâh’ın (asm) hükmünü tam bir teslimiyetle kabul etme şartına bağlamıştır. Bu âyet-i kerîmede de meâlen şöyle buyurur:
“Her kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine pek büyük nimetler bağışladığı peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salih kimselerle beraberdir. Onlar ise ne güzel arkadaşlardır!” 9
Bununla ilgili olarak bir başka âyet-i kerimenin meali ise şöyledir:
“Sizden kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve güzel işler yaparsa, ona da mükâfatını iki kat veririz. Onun için biz Cennette pek güzel ve arkası kesilmeyecek bir rızık hazırlamışızdır.”
“Andolsun ki, Allah’ın rahmetini ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için, Allah’ın Resulünde size güzel bir nümûne vardır”
İşte bizler bu dehşetli zamanda kalemizi sünnet-i seniyye seçmeliyiz ki, bu zamanın gafletini püskürtebilelim. Allah’ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak isteyen bir kişi en başından itibaren binasını sağlam bir temel üzerine kurmalıdır. Kendisine Kur’ân’ı rehber edinmiş ve Peygamberimizin (asm) ahlâkını örnek almış bir kişi, doğru olan yola uymuş ve sağlam adımlarla bu yolda ilerleyen bir kişidir.

Dipnotlar:

1- Mektubat,s. 326.
2- Âl-i İmran, 31.
3- El-Ahzâb, 21.
4- Mektubat, s. 132.
5- Buhari, Müslim.
6- Darimi.
7- et-Tergib ve’t-Terhib, Kenzü’l-Ummal.
8- Âl-i İmran, 31
9- Nisa 69.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*