Şüphe (!)

Türkiye geçen Pazartesi günü iki olayla sarsıldı. Birkaç saat arayla yaşanan bu iki acı olay irdelendiğinde birbirleriyle ilişkili olabileceği şüpheleri Pazartesi sabahtan itibaren dillendirilmeye başlamıştı.

Türkiye, İsrail’in Gazze’ye insanî yardım maddesi taşıyan gemilere saldırıp 9 kişiyi öldürüp, onlarca kişiyi yaralaması ile PKK terör örgütünün İskenderun’da ilk defa bir deniz üssüne saldırıp 6 askerimizi şehit etmesini ve 7 askerimizi yaralamasını tartışırken, bu iki olayın eş zamanlı olarak yapılması kafalarda çeşitli sorular oluşturdu.

Son yıllarda neredeyse hiçbir konuda iktidarla muhalefetin bir noktada birleşmesine pek sık şahit olamıyoruz. Ancak İsrail’in Gazze’ye giden Türk insanî yardım gemisi Mavi Marmara’yı vurması ile İskenderun’daki Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı İlboğa Kışlası İkbal Destek Komutanlığı’ndaki askerlerin nöbet değişimi sırasında yapılan PKK saldırısının aynı gece yapılması sonrasında aralarında bir bağlantı olduğu şüphesi konusunda iktidarla muhalefet ortak nokta olan “şüphe”de birleştiler. Bunun nedeni de terör örgütünün şimdiye kadar yapmadığı “deniz üssü saldırısının” bu şüpheleri kuvvetlendirmesiydi.

Hele bu üssün Türkiye’nin İsrail topraklarına yakın bir noktasında olması da bu şüpheleri güçlendirdi. Bir de bunun üzerine İskenderun’da Anadolu Katolik Kilisesi Episkoposu Luigi Padovese’nin öldürülmesi de şüpheleri iyice arttırdı.

Saldırının hem zamanlaması, hem yöntemi, hem de yapıldığı yer dikkate alındığında bu işin taşeronlar tarafından yapıldığını akıllara getiriyor.

* * *

Bu şüphe açıkça ifade edilmese de, İskenderun’daki saldırının arkasında İsrail’in olabileceğinden şüpheleniliyor. Bunu hem hükümet kanadı hem de muhalefet ima yollu söylerken, “Manidar ve tesadüf değil” şeklinde değerlendirdiler.

Saldırıların yapılmasının üzerinden 5-6 gün geçmesinin ardından önce kulislerde konuşulmaya başlanan bu şüphe konusunda, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik “şüphe”ye vurgu yaparak, “Olayın tesadüfî olmadığını düşünüyoruz. İskenderun limanının çok çok içeride olması şüphelerimizi arttırıyor” dedi. Peşinden de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “İsrail operasyonlarının olduğu bir anda İskenderun saldırısının olması çok manidar” diye meselenin üzerindeki şüphesini dile getirdi. Ardından SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş aynı yönde açıklamalar yapınca mesele iyiden iyiye konuşulmaya başlandı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay ise, bu konuya daha temkinli yaklaşanlardan… Atalay, uluslar arası boyut dikkate alınarak, iki olay arasında böyle bir bağ kurulmasının “somutluklar” olmadan doğru olmadığını söyledi.

Bu tartışmalar yapılırken “mini MGK” diye de isimlendirilen Başbakan Erdoğan başkanlığında yapılan “güvenlik toplantısı”nda da İsrail ve PKK saldırısının paralelliği ele alındı. Başbakan yardımcıları Çiçek, Arınç, Babacan, İçişleri, Adalet, Millî Savunma bakanları ile Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, MİT müsteşar yardımcısının olduğu toplantının ardından yapılan açıklamada, “terörle çok boyutlu mücadeleye devam” kararı çıktı.

Bütün bu gelişmelerden sonra şu sorular cevaplandırılmayı bekliyor: “PKK saldırısı İsrail gizli servisinin bir plânı dâhilinde mi yapıldı? PKK saldırısı, İsrailli teröristlerce sivil yardım gönüllülerine yapılan saldırıya tepkiyi kırmayı mı hedefliyordu? İsrail, Türkiye’ye “üzerimize gelirseniz PKK kartını kullanırız” mesajı mı vermeye çalışıyor? Bu bir tesadüf olabilir mi?”

Bu ve bunun gibi sorular sıkça soruluyor. Kısa zamanda da cevapların ortaya çıkması bekleniyor. Bu cevaplar aranırken İsrail ajanlarının PKK kamplarında eğitim verdiklerinin bilindiğinin göz önünde bulundurulması faydalı olacaktır.

* * *

Hüseyin Çelik’in dediği gibi, “İskenderun saldırısını İsrail saldırısı ile birlikte değerlendirmek gerekiyor.” Bunu da yapacak devletin ilgili kurumlarıdır. İlgili kurumları bu ilişkiyi belgeleyebilirse, İsrail’in “teröristliği” bir kez daha belgelenmiş olacaktır.

İskenderun deniz üssüne yapılan saldırının zamanlamasının ve vermeye çalıştığı mesajın dikkatlerden kaçmaması gerekiyor. İskenderun’daki saldırı ve gemideki katliam birlikte ele alınmalı ki, birçok karanlık nokta ortaya çıkarılsın. İki olayın aynı merkez tarafından gerçekleştirildiği yönündeki iddialar da gözlerden uzak tutulmamalı.

Bütün bu soru işaretleri ve muammalar gösteriyor ki, Türkiye’nin gerek terörle mücadelede gerekse dış ve iç siyasette kat etmesi gereken çok mesafe var. Doğrudan ülkemizin ve vatandaşlarımızın güvenliğini ilgilendiren böylesi kritik meselelerde, eli kolu bağlı ve çaresiz bir görünüm verilmemesi gereklidir. Her fırsatta büyük devlet olduğumuzu söyleyen siyasetçilerin bu türden handikaplarımızı aşmak konusunda çaba sarf etmeleri ve sadece lafta değil, gerçekte “büyük devlet” olmamızı sağlamaları gerekir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*