Sürekli savaş veya sürekli devrim

Image
İnsan, bir varlığın sıfatlarını; husûsiyet, mahiyet ve özelliklerini bilemediği zamanlarda yalnızca isim ve resimlerine takılır. Rengini, dış giysisini ve dolayısıyla ismini değiştirerek bizi yanıltan onca kişi, hadise ve cereyan var ki…

 

Meseleye bu zaviyeden baktığımızda, ruhumuzun yanılmamak için mütemadiyen belirleyici düstur, ölçü ve prensipleri aramakta olduğunu müşahede ediyoruz. Kur’ân’ın, zamanımızı ve gelecek zamanları aydınlatan tefsiri Risâle-i Nur’u dikkatlice okuduğumuz an, ruhumuzla birlikte akıl ve kalbimizin aramakta olduğu sözkonusu ölçülerin nurlarda, genellikle satıraralarında muhafaza edildiğine şahit oluyoruz. Fikrin, hadisenin ve şahısların buradaki çeşitliliği, değişkenliği ve genişliği, sizi hiçbir zaman sıkıntıya atmaz. İçtimaî konular, ekonomik, tarihî, itikadî ve hatta fennî meselelerde de bizi istikàmette tutacak, sehiv ve yanılgılardan kurtaracak düsturlarla karşılaşırız, risâlelerde.

Biz burada, önceki yazılarımızda da değindiğimiz “bolşeviklik” meselesi üzerinde duracağız. Sosyolojik olarak 19. ve 20. Yüzyılın saldırgan ideolojisini tedai ettiren bu kelimenin – yani bolşevizmin– o zamanın sınırlarını aşarak zamanımızı ve belki de gelecek zamanları ilgilendirdiğine şahit oluyoruz: İnkâr-ı uluhiyet dediğimiz semavî din düşmanlığı parolasıyla yola çıkan bu cereyanın; temel insanî değerlerin tamamına saldırdığını görüyorsunuz: inanç, aile, hürriyet, sevgi ve şefkat, adalet, devlet, sermaye, hukuk ve ahlâkın her türlüsüne düşman bir cereyanın varlığını, yer yer sloganlarına akseden çizgilerden çıkarabildiğimiz gibi, daha ziyade onun bin senelik Avrupa medeniyetini ve yine bin seneyi aşkın Rusya’nın maddî–manevî bütün varlığını ve tarihini berhava eden icraatlarında müşahede ediyoruz.

Bolşevikler “Allah’a imanı” bir otorite kabul ettiklerinden; iman, aile ve ahlâkı ilkelden inkâr eden bu cereyan mensuplarının sloganlarına dikkat ettiğinizde de oyunu fark edersiniz: Sürekli devrim!… Sürekli savaş!… Sürekli değişim… Bolşeviklerin bu sloganlarla neyi kastettikleri, onların medya ve yazılı basınında daha da netlik kazanır. Aileyi faşist yetiştiren bir kurum, kiliseyi; köle yetiştiren bir müessese ve sermayeyi de soygunculuğun merkezi telâkki eden bu dehşetli tahribkâr hareketin liderlerinden Troçki´yi dinlediğinizde; dünyanın hiçbir köşesinin savaşsız kalmaması gerektiğini duyuyorsunuz. Onlarda savaş yalnızca amaçtır. Nerede ve hangi şartlarda olursa olsun savaş ve çatışma… Sonra da kurtuluş gelecektir. Hangi kurtuluş: Savaşın varlığı kurtuluşun ta kendisi değil mi? Ülkeleri fethetmek, galip gelmek, devlet kurup hüküm sürmek değildir, bu cereyanın hedefi… Savaş, çatışma, kaos ve kargaşa… Bediüzzaman Hz.leri, Peygamberimizden (asm) tevârüsle bu harekete “Kızıl tehlike” de diyor.

Zamanımızdaki parolalarına bakıyoruz: Sürekli devrim… Önce totaliter rejimleri çözerek kaosa atıyorlar: Ukraina, Kırgız, Gürcistan ve daha sonra da demokrasi maskesiyle devrim ve değişim devam edecek. Devrim bir san’attır, onlara göre… İnsanî değerler yıkıldıkça devrimleri devrimler izleyecek, gözyaşı sel ve oluk oluk kan aktıkça; daha dehşetli anarşistler – teröristler türeyecek. Turuncu devrimcilerin hedefi, paralarıyla devrim yaptıkları coğrafyalarda ideal bir yapı, devlet ve sistem kurmak değildir. Ruhlarının yankısını duymak ve pis arzularının yansımalarını seyretmek onlara lezzet veriyor. Bir kısım semavî din karşıtı Yahudîlerin trilyonlarca doları bu yola feda olsun. Yeter ki o ülkeler karışsın, ihtilâller, devrimler, kaoslar ve iç çatışmalar olsun, oralarda…

11 Eylül’ün bolşeviklerce hazırlandığını hâlâ bilemeyenleri, Çingiz; onlara kendi elleriyle kazdırdıkları çukurlara dolduracaktır. Neocon ve neoliberalli teorisyen ve pratisyenlerin mahiyetini tanımamakta ısrar edenler, insanlığa ihanet etmiş olacaklar. Troçki’nin ahfadı tıpkı Troçki gibi Rothschild sermayesini kullanıyor, bolşevizm yolunda… Troçki kızılorduyu organize etmişti, Wolfowitz ise; Afganistan’ı, Irak’ı, Mogadişu ve Kuzey Afrika´yı yağmalayacak çapulcuları hazırlamıştı. Zavallı Bush, Irak’tan hâlâ bir netice bekliyor. NATO orduları ise boşu boşuna Hindukuş dağlarında nöbet tutuyorlar. Hadisenin mahiyetini bilmeden, yani bu çatışmaların tamamının Avrupa ve Amerika’da konuşlanmış bolşeviklerce çıkarıldığını öğrenmeden, sözkonusu yerlere barış gelmez. Bolşevikler, müsait buldukları dünyanın her yerinde bu savaş ateşini yakmaya adeta and içmişler. Dünyanın her yanı tutuşmadan ve daha doğrusu kıyamet gelmeden bunların rahat edeceğini düşünmek hakikati bilmemekten gelir. Onların en büyük emelleri; para kazanmak, işgal etmek, hüküm sürmek ve galip gelmek değildir. Yılan ısırmaktan zevk aldığı gibi onlar da; savaştan, devrimlerden, anarşi, kaos ve karmaşadan zevk alıyorlar. Bugünkü izmlerin, coğrafyalar ve renklerin değişikliği sakın sizi yanıltmasın.
Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*