Tabiat mı vahşi, insan mı?

İnsan elinin değmediği ve insan ayağının basmadığı yerlere “vahşî doğa” diyorlar. Ben, doğa denilen tabiatın böyle bir nitelemeyi hak etmediğini düşünüyorum. Çünkü tabiat, Cenâb-ı Hakk’ın tâb ettiği mükemmel ve muazzam bir tablodur. Tabiat tabiî hâlinde kaldığı müddetçe gayet temiz, nefis, sağlıklı, bereketli ve de medenîdir. Ekolojik denge dediğimiz tabiî güzellikleri bozan, yine insanoğludur. Yaşları müsait olanlar zaman tünelinde geriye doğru biraz yolculuk yapacak olsalar, bundan otuz-kırk sene önce kırların, ormanların, akarsuların şimdikinden çok daha güzel olduğunu görecekler, eski günlere hasretlerini ifade ederken, nasıl bu hâle geldik diye de hayretlerini dile getireceklerdir.

Çocukluğumuzda, büyüklerle birlikte tarlaya gider, toprağın sürülmesini, hasatın derilmesini yakından görür, gücümüz yettiği kadar da büyüklere yardımcı olurduk. Tarlamızın bir kısmı köyden epeyce uzak olduğu için, bir kaç gün köye dönmeden tarlada yatmak zorunda kalırdık. Özellikle yaz gecelerinde kırda yatmanın verdiği zevki, bugün beş yıldızlı otellerde bulmak mümkün değildir. Akşama kadar sıcak güneşin altında çalıştıktan sonra, köpüklü ayran eşliğinde kır pilavını kaşıklayıp, sap yığınları üzerine uzanmak, kuştüyü yataktan daha rahat gelirdi. Derelerden kurbağalar konser verirken, karşı tepelerden cırcır böcekleri onlara eşlik eder, insanın ruhuna gıda olan gerçek bir mûsiki ziyafeti sunarlardı. Gündüz başımızı kaldırıp bakamadığımız gökyüzüne geceleri doya doya bakar, parlak yıldızların göz kırpmasından da ayrı bir zevk alırdık. Sanki o zaman gökyüzünde daha fazla yıldız vardı. Şimdi bazı geceler balkonda otururken yine gökyüzüne bakıyorum ama, çocukken kırda yattığım günlerdeki kadar yıldız göremiyorum.

Fırsat buldukça ve mevsim müsait oldukça kırlara çıkmayı, bir çeşme başında ve bir ağaç gölgesinde piknik yapmayı seven bir milletiz. Özellikle sıcak yaz günlerinde şehir dışındaki her yeşillik yerde ve her su başında öbek öbek insanların oturduğunu, mangalların üzerinde nefis kokuların yayıldığını görüyoruz. Cenâb-ı Hakk’ın verdiği bu güzel tabiattan ve temiz havadan istifade etmek herkesin hakkıdır. Onun için bu manzaraları gayet normal karşılıyor ve fırsat buldukça biz de aynı güzellikleri yaşamaya çalışıyoruz. Ne var ki, bu güzel yerler de her sene güzelliklerini biraz daha kaybediyorlar. Evindeki mutfağında bir meyve kabuğu veya bir çekirdek görmeye tahammül edemeyen insanlar, tabiat eliyle Rabbimizin sunduğu kır sofralarını çeşitli atıklarla kirletmekten hiç çekinmiyorlar. Dikkatsizlik, tedbirsizlik ve ihmal sonucu çıkan orman yangınları ise, binlerce canlıyı yok ederken, buna sebebiyet veren insanlar bir başka tabiat köşesinde keyif sürmeye devam edebiliyorlar.

Ormanların azaldığı, kuşların ve böceklerin terk ettiği, akarsuların kuruduğu yerlerde, insanoğlu elini çekse ve en az elli yıl o yerlere insan ayağı değmese, oralar tekrar eski güzelliğine kavuşacaktır. Rüzgârların eliyle ekilen tohumlar yeni fidanlar yetiştirecek, yine kuşlar şakıyacak, böcekler ötüşecek, sincaplar daldan dala zıplayacaklardır. Yeryüzü rüzgârla süprülecek, yağmurlarla yıkanacaktır. Çeşitli sebeplerle ölen böceklerin küçük cenazeleri başka hayvanlar tarafından kaldırılacak, etrafta kötü görüntü ve pis koku kalmayacaktır. Ekolojik denge yerine oturacak, tabiat tabiî güzelliğine kavuşacaktır.

Vahşî denilen tabiatta binlerce hayvan ve bitki yaşadığı hâlde, aralarında hiç büyük kavgalar çıkmaz. Her canlı, istidadı ve ihtiyacı nisbetinde kendisine verilen istihkaka razı olur, aç ve susuz kalmadan hayatını devam ettirir. Onun için ormanlarda anarşi ve terör olmaz, zulüm ve haksızlık görülmez.

Şimdi elimizi vicdanımıza koyup düşünelim, insan eli değmemiş tabiat mı daha vahşî, yoksa tabiî güzellikleri yok eden, çevreyi kirleten, havayı zehirleyen, hatta birbirini öldüren insan mı daha vahşî?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*