Tahkikî iman ve mertebeleri

Tahkikî iman; hayal bulutlarının arkasında değil; gözlem ve akılla öğrenilebilir, anlaşılabilir, tahsil edilebilir ve kazanılabilir bir hakikattir. Tahkikî imana, gözlem, araştırma, tefekkür, muhakeme neticesinde hür iradeyi kullanarak ulaşılır. Dünyaya gönderilişi, ibadeti, zikri, ölümü ve ölümötesi gerçekleri kavramak, anlamak, arkalarındaki esrarını çözdükçe iman yükselir. Tahkikî imanın mertebeleri şunlardır:

 

* İlmel-yakîn (Kesin bilgi/ilim derecesinde imân): Tahkikî, gerçek imânın bu derecesi, kesin bilgiyle elde edilir. Bu, ilim yoluyla sağlanan tahkikî imânın ilk derecesidir.

Meselâ, deniz görmeyen, bilmeyen birisinin, o koca su birikintisi hakkında kesin bilgi ve kanaate varmak istediğini düşünelim. Coğrafya dersi ve haritalardan hareketle denizin varlığı hakkında kesin bilgi sahibi olunabilir. Bu, denizi ilmel-yakîn (kesin bilgi derecesinde) bilmek, öğrenmektir. İlmî seviyede bilmek olduğundan; vasıtası duyular ve akıldır.

İlmel-yakîn deniz bilgisi gibi; ilmel-yakîn imân mertebesi, çok delillerin, belgelerin kuvvetleriyle binler şüphelere karşı dayanır; iddiâlara dayalı şüphe ve vesveseler karşısında sarsılmaz, yıkılmaz, mağlûp olmaz.

“İlmel-yakîn” tabiri, Tekâsür Sûresi’nin 5. âyetinde de “Keşke hakikati şeksiz şüphesiz bilseydiniz” mânâsında geçer.

* Aynel-yakîn (Gözlem/görme derecesinde kesin imân): Göz ile görüp, müşahede ile elde edilen şeksiz-şüphesiz bir bilgidir. Gözleme dayanır. İlmel-yakînden daha güçlüdür. Gözlem ve müşahedelere dayanır. Meselâ, koca su kütlesi denizin haşmetini bizzat gözleriyle görerek onun hakkında bir kanaate, bir fikre sahip olmaktır.

Bu, imân tarzının da pekçok mertebeleri, Esmâ-i İlâhiye (Allah’ın en güzel isim ve sıfatları) sayısınca tezahür dereceleri, ortaya çıkma durumları vardır. Bütün kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek dereceye1 ulaştıran sırrı, gücü taşır. Bu merhaledeki tahkikî imâna, Allah’ın ‘kâinat kitabı’ndaki isim ve sıfatlarının tecellilerini müşahede etmekle (gözlem) ve tefekkürle varılır.

Araştırmalar; görme duyusunun öğrenmeye tesirinin yüzde 75 (bir başka çalışmada ise, yüzde 83); işitme duyusunun yüzde 13; dokunma duyusunun yüzde 6; koklama duyusunun yüzde 3; tad alma duyusunun yüzde 3 şeklinde olduğunu göstermiştir.2 Buna binâendir ki, Kur’ân; mütemadiyen kendi açılım ve müşahhaslaşmış simetrisi olan kâinatı, “Bakmıyor musunuz, görmüyor musunuz, gözlerinizi çeviriniz, delillere bakınız!” gibi âyetleriyle, gözlemleyerek incelemeye dâvet eder.

Kezâ, “aynel-yakîn” de, Tekâsür Sûresi’nde “gözle görmek” mânâsında ifâde edilir.

Dipnotlar:

1- Emirdağ Lâhikası, s. 91.

2- Doç. Dr. Leyla Özyürek, Öğretim İlke ve Yöntemleri (Ankara: Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, 1983, s. 21.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*