Tahribatlara karşı tamirde görev almak

İnsan hayatının gereği, her gün, her an maddî, manevî tahribatlarla karşı karşıya kalabiliyor. Günlük hayatta sayısız örneklerini yaşayıp görüyoruz. Tahribat büyük, tahribatçıların sayısı fazla. Tamirciler azınlıkta!

Bu sadece belli bir kesimin değil bütün insanlığın ortak bir derdidir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da yol gösterici Kur’ân’da, Sünnette ve elbette ki İslâmiyet’tedir.

Söz sahibi de asrın manevî tabibidir. Üstad Bediüzzaman Said Nursî, bu “tahribat” asrında da yapıcı ve tamircidir. Çünkü tahribat bu asrın en büyük belâsı ve hastalıklarından birisidir.

İnsanoğlunu tahribata götüren genel sebebleri üzerinde birlikte kısaca bazı tesbitlerde bulunmaya çalışalım.

“İlim ve bilim” adı altında gaflet ve “dalâletin” yollarını açan en sert, sağır olan pozitivist, maddeci ve tabiat tağutu ve tabiat fikri sabitliği.

Dünya hayatının faniliği, geçiciliği, medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyuşturuculuğu.

Bütün fenalıklar ve günahlar ve şerlerin mayası ve esasları yok etmek ve tahrip etme, vandalizm. “Firak-ayılığın” ateşinin verdiği manevî yıkımlar.

Gaflet ve dalâletin en boğucu, en geniş perdesi olan siyasetin yer yüzündeki pek çirkin, pek gaddar yüzü. İnsi ve cinni, şeytanların mütemadiyen ürettikleri tahripkâr oyun ve tuzaklar.

Komünizm rejiminin, harplerin, istibdat ile merhametsizliğin, zâlimliğin ve Süfyan komitesinin tahribatçı bid’adkâr rejimleri. Bazan çok küçük bir hatâ, ihmal ve isyanın çok büyük tahribata dönüşmesi.

Çare nedir?

O da esas kaynaklarda zikredilmiştir. Burada en mühim olan konu tembelliğimiz ve aymazlığımızdır. Bu önemli gediği ve tepeyi aşmadığımız müddetçe işimiz zorlaşmaya devam edecektir.

Risale-i Nur şakirtlerinin, bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak gerektir.

Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi değil dünyayı içine alan büyük bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğündeki geniş bir kaleyi tamir ettiğinin idrakine varmaktır.

Bu duruma karşı ehl-i hak ve hakikatı Cenâb-ı Hakk’ın dergâhına ilticaya ve Kur’ân’ın himayesine girmesi gerekmektedir. Bunun da tek yolunun Sünnet-i Seniyyenin daire-i nuraniyesine seve seve dahil olmaklıktan geçtiğini kabullenmektir.

Cin ve ins şeytanlarının şerlerinden, Allah’a iltica etmekten başka çıkar bir yol olmadığına tam olarak iman etmek gerektiğini kabullenmektir. Bunun başka bir yolunun da takvayla, günahlardan kaçınmakla mümkün olacağını kavramaktır.

Tahribatçıların sayısının çok fazla olmasına karşı Risale-i Nur gibi bir tamircinin yerinde kullanılmasıyla büyük fütuhatların olabileceğine inanmak ve tatbikine geçmek lâzım. Neticeleri ve tecrübeleri çok tesirli ve pek harikadır.

Bir önemli konu da imanın şartlarından olan kadere iman etmektir.

Devam eden tahribat-ı maneviye karşısında, lillâhilhamd, gittikçe Risale-i Nur’un mu’cizâne mukavemeti ve satveti ve kıymeti tezayüt ediyor. Şeytanın ve onun şerik ve muînleri olan ehl-i dalâletin şerrinden ancak şeriat-ı Muhammediye (asm) ile âmil ve Sünnet-i Ahmediye (asm) ile mütemessik olmakla kurtulmak imkânı olduğunu;

Sünnet-i Seniyye terazileriyle a’mâl ve hâtıratını tart ve Kur’ân’ı ve Sünnet-i Seniyyeyi daima rehber yap.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*