Tahrifat iddialarına cevap

Bediüzzaman ve Risâle-i Nur, yurt ve dünya gündeminden hiç düşmüyor. İnanıyoruz ki, bu mânevî unsurlar kıyamete kadar da gündemde kalmaya devam edecek.

Bu dâvânın sahib-i hakikisi Cenâb-ı Hak’tır. Sebepler dünyasında ise, Nur’un halis ve sâdık talebeleri, bu kudsî dâvâyı sahiplenmeye mazhar olmuşlardır.

İşte, tam da bu mazhariyet sebebiyledir ki, Nur dâvâsı, insanımızın ve umum beşeriyetin gündeminde yer almaktadır.
* * *
Muhlisler ve sıddîklar kafilesi, hayatını vakfettikleri Nur hizmetine devam ederlerken, bir yandan da ortaya çıkan muzır manileri defetmeye, yalan-yanlış şeyleri düzeltmeye, isnat ve ithamları bertaraf etmeye, hak ve hakikati ise, delil ve bürhanlarla gözler önüne sermeye çalışırlar.

Bizlerin de âcizane yapmaya çalıştığımız şey, bundan ibarettir. Bu girizgâhtan sonra, şimdi sadede geçiyoruz.

Kasıtlı büyük tahrifatı görmüyorlar

27 Ocak 2014 tarihli Yeni Akit gazetesinin sür manşetinden verilen haberin başlığında “Risâle-i Nur’da büyük tahrifat” iddiası yer alıyordu.

İlk anda buruk bir seviç hali yaşadık. Zannettik ki, sahiden Nur Risâlelerini baştan sona tahrif edenlere karşı merdane bir tavır sergileniyor.

Zira, gündemde bu mesele vardı. Bir yayınevi, bütün imkânlarını seferber ederek, var gücüyle Risâleleri tahrif ile ondaki kudsî mânâları dehşeli bir sûrette tahrip ediyor.

İlk tahminimize göre, gazetenin haberi bu yönde olmalıydı… Sonra, haberin muhtevasına baktık ki, ne gezer… Doğrusu, tam bir sukût-u hayal yaşadık.

Çünkü, iki yıl evvel Lem’âlar ile başlayıp Sözler ve Mektubat’la devam eden bu dehşetli tahrifattan eser yoktu, söz konusu haberin muhtevasında. Yani, tek kelime ile olsun, hiç bahsedilmiyordu, bu elî vakıadan.

Dikkatlice okuduktan sonra anladık ki, aynı türden bayatlamış iddialar 20-30 yıldır hemen hiç güncellenmeden ısıtılıp ısıtılıp gündeme getiriliyor. Üstelik, Tenvir Neşriyat dışındaki Nur Külliyatı neşreden hemen bütün yayınevlerini zan ve töhmet altına sokarcasına…

Keza, kasıtlı olarak yapılan büyük tahrifatı görmeyerek, yahut görmezden gelerek, tutup kasdî ve inadî olmayan, belki ehemmiyetsiz beşerî sehivlerden kaynaklanan, yahut muvakkat bir maslahata binaen tedricilik içinde neşri uygun görülen küçük bazı kısımları serrişte ederek, yahut habbeyi kubbe yaparcasına sadık ihvanlarda kusur aramaya, dahası bu kusurları dünya âleme ifşâ etmeye çalışmak, bize hiç de bir iyiniyet eseri olarak görünmedi, görünmüyor.

Her ne ise… Şimdi, ortaya atılan ana iddiaları, öncelikle kendi hesabımıza maddeler ve kısa bölümler halinde cevaplandırmaya çalışalım.

İddialar ve cevapları

İddia: İslâm Deccali olan Süfyan’ın mahiyeti gizlenmeye çalışılıyor.

Cevap: Yerden göğe haksız ve yersiz bir iddia. Risâleleri okuyan yüz binlerce Nur Talebesi için, bu mesele kesinlikle “kırmızı çizgi”dir.

Bu dairede, Süfyanî Deccal’e zerrece bir meyil olmaz, olamaz. O dehşetli şahsın muhabbeti hiçbir Nur Talebesinin kalbine girmez, giremez. Önceden girmişse de barınamaz, çıkar gider.

İşte, neşrettiğimiz muhtelif Risâlelerden bazı örneklemeler:

“Ölmüş gitmiş, hükûmetten alâkası kesilmiş …bir reis.” (Şuâlar, s. 339)

“Şimdi ihtiyarımızın haricinde, onun (o reisin) mahiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine katî hüccetler gösteren ve ispat eden Risale-i Nur geçmesi, kemâl-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hadisedir ki, bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ idam olsalar, din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur.” (Şuâlar, s.  299)
* * *
İddia: Aşağıdaki ifadeler, neşrettikleri külliyatlarda yer almıyor:

“Ebna-yı cinsime de birkaç söz söylemezsem, bence bahis nâtamam kalır.

“Ey Asuriler ve Kiyaniler’in cihangirlik zamanında pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürdler!

“Beşyüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahrâ-yı vahşette, vahşet ve gaflet sizi garet edecektir.”

Cevap: Yeni Asya Neşriyat’a ait 2009 baskılı “Eski Said Dönemi Eserleri” isimli kitabın 161. sayfasında yukarıdaki ifadeleri, hem de nüsha karşılaştırmalı olarak bulabilirsiniz.

Dahası var. Bir nüshası şahsî arşivimde de bulunan son tashih Divân-ı Harb-i Örfî isimli eserin “Hatime”sinde, söz konusu ifadeler daha da umumileştirilerek, bizzat Üstad Bediüzzaman tarafından şu şekilde tanzim edilmiş: “Ey Asuriler ve Turaniler ve Kiyaniler’in cihangirlik zamanında pişdar, kahraman askerleri olan arslan Türkler, Kürdler!” (Age, s. 161; Dipnot)
* * *
İddia: Said Nursî, Batı medeniyetini eleştiriyor. Ancak tahrifatçı gruplar kelimelerle oynayarak, Üstad’ı Avrupa medeniyetini övmüş gibi göstermişler.

Cevap: El insaf yâhû! Kim yapar, kim işler böyle acip bir irtikâbı? İşte size, kaynağından susturucu cevaplar:

“Maatteessüf, …bizim bir kısım içtimaî ahlâk-ı aliyemiz, yanımızda revaç bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş; ve onların bir kısım rezâili, kendileri içinde çok revaç bulmadığından, cehaletimizin pazarına getirilmiş.” (Tarihçe-i Hayat, s. 76)

“Elhasıl: İslâm uyandı ve uyanıyor. …Sizler bedevî olduğunuzdan ve fıtrat-ı asliyeniz oldukça bozulmamış olduğundan, İslâmiyetin kudsî milliyetine daha yakınsınız.” (Age, s. 78)

17. Lem’a, Beşinci Nota’dan:
“Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir.

“Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adâlet ve hakkaniyete hizmet eden fünûnları takip eden bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum.

“Belki, felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum.

“Bil, ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalâletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dâvâ edersin ki, ‘Beşerin saadeti bu ikisiyledir.’ Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek!

“Ey küfür ve küfrânı dağıtıp neşreden bedbaht ruh!…
* * *
Evet, hemen bütün yayınevlerinin bastığı eserlerde bu ifadeler aynen yer aldığı halde, neye binâendir, hangi akla hizmettir, bu derece açık, zâhir ve bâriz olan bir meselede bile tutup tahrifat iddiaları ortaya atılıyor?

Bir sonraki yazıda, diğer iddialara da yine müdellel şekilde cevap vermeye çalışalım, inşaallah.

Dehşetli bir tahrifatı bertaraf etmeye çalışan hâlis Nur Talebelerini “Risâlelerde tahrifat yapmak”la suçlayan S. Dursun’un Y. Akit’te çıkan kasıtlı iddialarına cevap vermeye bugün de devam ediyoruz.

* * *
İDDİA: Tahrifatçı gruplar, toplum Kemalizm’in mahiyetini kavramasın diye Münâzarât’tan şu cümleyi çıkarmış: “Haşiye: Komünist ve anarşist manasıyla Kemalizm ve inkılâb softaları ve dönmeleri görmüş gibi haber veriyor.”

CEVAP: Aynı çürük iddiayı yıllardır dillendirip duruyorlar. Bir türlü hakikati görmüyorlar. Belki görüp öğrenmek istemiyorlar.

Eğer öğrenmek niyetleri olsaydı, Yeni Asya’nın tâ 1990’dan bu yana rekor seviyede basıp neşrettiği Münâzarât isimli risâlenin 52. sayfasında o ifadelerin aynen mevcut olduğunu gözleriyle göreceklerdi.

Burada, o “Haşiye”nin yer aldığı sayfanın kupürü ile birlikte, ayrıca aynı ifadelerin iktibasen yer aldığı Beyanat ve Tenvirler’in 80. sayfa numarası ile web’deki link adresini de veriyoruz:

Yeni Asya Neşriyat’ın tâ 1990’dan bu yana çıkarmış olduğu Münâzarât isimli eserin 52. sayfasındaki bu “Hâşiye”, ne hikmetse bazı kimseler tarafından hâlâ yok sayılarak görmezden geliniyor.

www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=BeyanatveTenvirler&Page=80
Ümit ve temenni ederiz ki, aynı mesnetsiz iddialar bir daha tekerrür etmesin.
* * *
İDDİA: Üstad Bediüzzaman, Mekbubât isimli eserinde “Vahabiler ve Haremeyn-i Şerifeyn” ile ilgili görüşlerini beyan ediyor. Tahrifatçı gruplar, eserden 4 sayfa çıkartmak sûretiyle Üstad’ın bu görüşlerini sansürlüyor.

CEVAP: El-vicdan, ve’l-insaf be yâhû. Yirmi senedir hiç mi bakmadınız Yeni Asya Neşriyat damgasını taşıyan Mektubât’ın 352. sayfasına?

Eğer ki, bugüne kadar hiç bakmadıysanız, işte şimdi görünüz. O sayfanın başında aynen şu ibareler var:
YİRMİ SEKİZİNCİ MEKTUP

Altıncı Risâle olan Altıncı Mesele

(Harameyn-i Şerifeyne Vehhabilerin tasallutuna dairdir)

Haydi, web’de kolaylık olsun diye bir de sayfanın link adresini verelim: www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Mektubat&Page=352
* * *
İDDİA: Özellikle Said-i Kürdî’nin kaleme aldığı Risâle-i Nur’larda geçen “Kürt” kelimeleri tamamen ayıklanmış. Yerlerine ise “şarklı”, “hamal”, “vilayât-ı şarkiye” gibi ilgisiz ve absürd kelimeler konulmuş.

CEVAP: Eski Said dönemine ait içtimaî ağırlık eserlerde geçen bu gibi tabirlerin bir kısmını değiştiren ve üzerinde tasarrufta bulunan, ruhsat veren kişi, müellif-i muhterem Üstad Bediüzzaman’ın bizzat kendisidir. Bu da onun en tabiî hakkıdır. Kimse itiraz edemez.

Kaldı ki, o tarz kelimelerin tamamı değil, bir kısmı üzerinde tasarruf yapılmıştır. Şayet, abartılı şekilde iddia edildiği gibi “tamamen ayıklanmış” olsaydı, aşağıda açık delillerini göstereceğimiz kelimeler neşrettiğimiz Nur Külliyatında yer almayacaktı.

Evet, evet, yüz kere evet…

Yeni Asya damgasını taşıyan Risâle-i Nur Külliyatının en az yüz yerinde “Kürt, Kürtler, Kürtçe ve Kürdistan” tabirleri geçiyor.

Esasında, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri üzerinde yapmış olduğu tasarruf nasıl ise, bizim neşriyatımızda da aynen yer almaktadır.

Ne bir eksik, ne bir fazla. Zira, meşveretimizin kararı böyle…

Bu noktada en ufak bir şüphesi olanlara, (Arkası lûgatçeli olan nüsha sayfalarıyla) burada birkaç delil gösterelim.

• Bediüzzaman Said Nursî’nin doğum gününe dair bir müjde: “Bugün Kürdistan’da bir evliya dünyaya geldi.” (Emirdağ Lâhikası, s. 172)

• “Birden Ahmed-i Cizrî’nin Kürtçe şu fıkrası hatırıma geldi: …” (Sözler, s. 202)

• “…Vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini…” (Mektubat, s. 417)

• “Hücûm benim şahsımadır. Diyorlar ki: Said Kürttür.” (Mektubat, s. 407)

• “Ey efendiler! Ben, herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim.” (Tarihçe-i Hayat, s. 202)

İDDİA: 27 Ocak 2014 tarihli Yeni Akit gazetesinde yer alan “toptancı bir iddia” da şudur: Said-i Kürdî’nin izinden giden ve yıllardır Risâlelerin aslını bozma girişimleriyle mücadele eden Med-Zehra Grubu ve Tenvir Neşriyat Başkanı Mehmet Sıddık Şeyhanzâde şunları söyledi: “Risâlelerdeki tahrifatların amacı Said-i Nursî’yi Kürtlükten soyutlandırmak, Kürt kavmini Risale-i Nur’dan uzaklaştırmak ve Said-i Nursî’nin şeriatla olan münasebetini hafife aldırmak, rejime olan muhalefetini dostluğa çevirmek, yapılan zulüm ve katliâmları Türkiye toplumuna hoş göstermektir. İslâm akidesine ve düşüncesine çarpık düşünceleri Said-i Nursî’ye mal etmeye çalışmışlar. Bu tahrifata sebep olanların tavrı, Said-i Nursî’nin dâvâsına varis olmadıklarının göstergesidir. Alenen Üstad’a iftira atmışlar.”

CEVAP: Vay canına! “Said-i Kürdî’nin izinden” gidiyormuş, muhterem…

O Hazret-i Bediüzzaman ki, 1923’e kadar “Kürdî” imzasını—elhak—kullandığı, bu tarihten sonra ise bundan vazgeçtiği ve bir daha hiç kullanmadığı halde…

Kezâ, 1935’teki Eskişehir Mahkemesinde—Türk kardeşlerini ondan soğutmak kastıyla—ona bu lâkap ile hitap edilmesini şiddetle ve nefretle reddettiği halde…

Buna rağmen, sen tut yine o fitnekâr ehl-i dünyanın argümanını ısrarla kullan ve kullanmakla da övünüp dur; bakalım, sonu nereye varacak bu vahim takıntının…
* * *
İddiaların geri kalan kısmı ise, cidden vicdanları titretip akıllara durgunluk veriyor; ırkçılıktan fersah fersah uzak duran sâdık Nur Talebelerine matuf taarruzlu bir iftira mahiyetini taşıyor.

Bu toptancı taarruzu da, inşaallah bir sonraki yazıda susturucu cevaplarla püskürtmeye çalışalım.

Nur dairesi içinde Türkçülük-Kürtçülük gibi ırkçı cereyanlar asla iltifat görmez ve kıymet de verilmez. Şayet önceden varsa da, kişi daire içine girdikten sonra, bu noktadaki millî enaniyet buzunu o mübarek havuzun içine atıp eritmeye çalışır. O buz parçasını eritemeyenler, zamanla çöp parçası gibi dışarı atılır.

Piyasada bayatlamış, kafalarda ise kemikleşmiş eski bilgileri Y. Akit gazetesine aktaran M. Sıddık Dursun’un, kendileri dışındaki umum Nur camiasını karalamaya yönelik asılsız iddialarına vermiş olduğumuz cevapların son bölümüne geldik.

Bu arada, bize dolaylı şekilde iletilen önemli bir hususa da açıklık getirmeye çalışalım.

Deniliyor ki: Akit’te çıkan o yazıda Yeni Asya ismi geçmiyor. İsim tasrih edilmiyor. Yeni Asya doğrudan hedef alınmıyor.

O halde, siz niçin üzerinize alınıp cevap verme cihetine gidiyorsunuz?

Cevâben deriz ki: İşin cerbeze, demagoji kaldırır bir yanı yok.

O yazıda, “Yeni Asya istisna” da denilmiyor. Genel bir suçlama var.

Kendileri dışında Risâle-i Nur neşriyatı yapan bütün grupları zan ve töhmet altında bırakan karalamalar yapılıyor: Sözler, Envar, İhlâs ve diğerleri.

Şunu da hemen herkes biliyor ki, Yeni Asya, Risâle-i Nur neşriyatı yapan yayın gruplarının başında geliyor. Küçük-büyük boy versiyonlarıyla, Külliyatı en çok basıp neşreden bir yayın kuruluşudur.

Ayrıca, Yeni Asya, şu zaman itibariyle Risâle-i Nur dâvâsının—maaliftihar—günlük naşir-i efkârı olma iddiasındaki tek gazetedir.

Dolayısıyla, Yeni Asya, içerde ve dışarıda Risâle-i Nur’a taalluk eden her meselede müdahildir ve bu meyandaki gelişmelerle yakînen alâkadardır.

Bu alâkadarlık, öyle ki, Yeni Asya’nın hikmet-i vücududur.
* * *
Öte yandan, Akit gazetesinin yer verdiği aynı türden karalamaların, doğrudan Yeni Asya camiası hedef alınarak da yapıldığının canlı şahidiyim.

Evet, adı geçen aynı şahıstan, bundan yirmi sene evvel de aynı tarz isnat ve iddiaları bizzat duyduğumuz için, şimdi söylenenlere de cevap verme gereğini duyduk.

Toplu iddiaya, toplu bir cevap

Tenvir Neşriyat sahibi M. Sıddık Şeyhanzâde’nin Y. Akit’te çıkan toptan karalama şeklindeki iddiasının özeti aşağıda sıralandığı gibidir:

• Risâlelerdeki tahrifatın amacı, Said-i Nursî’yi Kürtlükten soyutlandırmak, Kürt kavmini Risâle-i Nur’dan uzaklaştırmak;

• Said-i Nursî’nin şeriatla olan münasebetini hafife aldırmak, rejime olan muhalefetini dostluğa çevirmek;

• Yapılan zulüm ve katliâmları Türkiye toplumuna hoş göstermek;

• İslâm akidesine ve düşüncesine çarpık düşünceleri Said-i Nursî’ye mal etmeye çalışmaktır.

MUHTASAR CEVAPLAR

Yaklaşık kırk yıldır Nur camiasını tanıyorum. Yeni Asya’daki çalışma müddetim otuz beş seneyi buldu.

Bu uzun zaman zarfında, hemen her kökenden binlerce sâdık Nur Talebesi ile tanıştım. Bunların içinde Üstad’ın Kürtlüğünden, yahut Kürt kardeşlerden daimî rahatsızlık duyanına rastlamadım.

Bazılarında muvakkaten Kürt alerjisi varsa da, zaman içinde ya kusurunu telâfi edip tam kardeşlik ipine sarılmış, yahut da Nur dairesinin dışına çıkmaya mecbur kalmıştır.

Bu kudsî daire, Kürtçüsü-Türkçüsü dahil, hiçbir ırkçıyı bünyesi içinde barındırmaz, dışarı atar; atmıştır da.

Bizler, birlikte çalışan muhtelif kökenli kardeşler olarak, hizmet faaliyetleri itibariyle Batman’a hangi huzur ve rahatlık içinde gidiyorsak, Kastamonuya da aynı şekilde gidiyoruz.

Urfa’yı hangi duygu ve düşüncelerle ziyaret ediyorsak, Isparta’yı da aynı şekilde gidip ziyaret ediyoruz.

Kars’a, Ağrı’ya, Diyarbekir’e, Siirt’e, Bitlis’e, Van’a, Mardin’e hangi şevk ve sürûr hali içinde gidiyorsak, Malatya’ya, Kayseri’ye, Eskişehir’e, Afyon’a, Kütahya’ya, Sakarya’ya, Bolu’ya, Bursa’ya, İzmir’e de aynı ruh hali içinde giderek oralardaki insanlarımızla kucaklaşıyoruz.

Türk kardeşlerimizin takdire şâyân bir meziyeti de şudur ki: Kürt kardeşlerine alerji duymak bir yana, tam aksine, bunlar Hz. Bediüzzaman’ın hemşehrisidir diyerekten, onları ayrı bir hürmet ve muhabbetle kucaklıyorlar.

Bunu görüp yâdetmemek nankörlük; aksini iddia etmek ise vicdansızlık olur diye düşünüyorum.

Önemli bir nokta daha: Nur Talebeleri, mutlak ekseriyetle, zahirî tarih nazarında Kürt olan Üstad Bediüzzaman’ın, hakikatte seyyid ve neseben Âl-i Beyt’ten olduğuna inanmaktadır.

Bir Kürt olarak, âcizane kendim de tereddütsüz aynı kanaatte olup, hakikatin bu merkezde olmasından herhangi bir rahatsızlık duymamaktayım.

Evet, hakikat gibi hikmet de böyle iktiza ediyor. Gerisi, “sırr-ı teklif ve imtihan”a muvafık zahirî perdelerden ibarettir.

Kaldı ki, bir kimsenin seyyid olması, hiçbir sûrette Kürtlüğüne, Türklüğüne… mani değildir. Zira, Hz. Fâtıma’nın neslinden olan seyyidlik, genetik mânâda bir ırk değil, yine Aziz Üstad’ın tâbiriyle bir “nesl-i mübarek” ve dünyanın her tarafında, her millet içinde kesretle bulunan bir “nurânî cemaat”tir.

Bu bölümde son bir-kaç nokta:

Bir Nur Talebesinin, Hz. Bediüzzaman’ın seyyidliğinden rahatsızlık duymasını, cidden aklım, havsalam almıyor.

“Sen zaten asimile olmuşsun” diyenlerin isnad ve ithamı da zerrece umurumda değil.

Kürtleri Risâle-i Nur’dan uzaklaştırmaya kimsenin hakkı olmadığı gibi haddine de düşmüş değil.
* * *
Üstad Bediüzzaman’ın Kemalist rejime olan muhalefetini dostluğa çevirmeye kimsenin kuvveti yetmez.

Fıtrata ters bir durum.

Bir-iki istisna hariç, itham edilen yayınevlerinin neşrettiği hemen bütün Nur Risâlelerinde şu ifadeler aynen yer almaktadır:

“Hadis-i Şerifin ihbarıyla, Kur’ân’a zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.” (Emirdağ Lâhikası, s. 247)
“Sizlerle—itikadınızca ve bana edilen muameleye nazaran—küllî bir muhalefetimiz var.” (Şuâlar, s. 375)

Bunlar gibi daha onlarca ifade neşrettiğimiz risâlelerde varken, tutup aksini iddia etmek, hiçbir sûrette tevil kaldırmaz. Vicdan lâzım, insaf lâzım.
* * *
Türkiye’de özellikle 1925’ten sonra uygulanan eşedd-i zulüm ve istibdadı, bizden daha fazla dile getiren, bu jakoben zihniyetle mücadele edip tarih ve millet vicdanında bunu mahkûm ettirmeye çalışan bir başka medya grubu var mı acaba?

Lütfen, bunu bilen, duyan varsa bize haber versin de, öyle cevaplandırmaya çalışalım, bu kadar abes, yersiz ve gereksiz bir soruyu.

Şimdilik bu kadarlıkla iktifa ediyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*