Tahrip ve yıkım felsefesine karşı muhabbet çiçeği

Şu “helâket ve felâket asrında” bütün insanlığı saran manevî bir buhran; tahribat, yıkım, ümitsizlik ve karamsarlıkla karşı karşıyayız.

Sen, ben, o, bu, öteki, beriki… Fark etmiyor! Aynı gemide birlikte yaşıyoruz.
Bilerek veya bilmeyerek toplum mühendisliğinin rüzgârıyla birileri tarafından maalesef yönlendiriliyoruz. Kullanılıyoruz!

Belki bu şahsî tesbitim ağır bir itham gibi gelebilir, ama içinde yaşadığımız yetmiş beş milyonluk Türkiye Ailesini tahlil ve analiz eden ihtisas sahipleri de elde ettikleri ilmî veri ve sonuçlara bakarak hemen hemen aynı şeyleri söylüyorlar. Toplumun yüzde 60-70’inin şizofreni sınırında olduğunu iddia edenler bile var.

Toplumun yüzde 80’inin ehl-i tahkik olmadığını söyleyen Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin tesbiti de çok ilginç ve dikkate değer bir durum.

“Et-tahrîbü eshel!” Yani “Tahribat kolaydır.” İnkâr edilemeyen bir gerçek. Mühim olan bu “şerirler!” değirmenine su taşımamaktır.

Ehl-i iman, tahkik ehli Müslüman; “Kâinatta adem (yokluk) âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz” emr-i Peygamberisine rağmen Kur’ân’ın hizmetkârlığına ve istiâzeye (sakınmaya) gölge düşürmemeli.

Şer cephesinin hayrı yaptırmama tuzaklarına düşmemeli. Şer imaline asla fırsat vermemeli. Hayırda sebat edip, yarışmalı. Hayırları hayatlandırmalı. Sürdürülebilir hale getirmeli.

Bu müthiş tahribatlara karşı yapmamız gereken; öz değerlerimize sahip çıkmak olmalı. En geniş dairede milletin manevî ve kültürel değerlerine sahip çıkmalıyız.

Fert ve aileyi koruma altına almalıyız.
Dâvâyı ve camiayı rencide etmemeliyiz.
Ölçülü hareket etmeli, dengeli ve istikametli ifade ve beyanları hayata geçirmeliyiz. “Duyduğunuzu söylemeniz, yalan için size yeter!” hadisini unutmamalıyız.

Her hal ve şartta muhatap olduğumuz en müthiş menfilik ve tahribe yönelik hareketler için en mühim silâhımız, sadece ve sadece, istiğfar ve Cenâb-ı Hakk’a ilticadır. Sünnet-i Seniyyeye yapışmak ve tatbikatında devamlılığı sağlamaktır.

Şeytan ve ordusunun hiçbir zaman boş durmadığını bilerek, bu tür müthiş tahribatlarına karşı onların ekmeğine yağ sürecek davranışlardan uzak durmalıdır.

Şan, şeref tutkusunun, riyâkârlığın, nefsin firavunluğunun okşanmasıyla ne tür vicdansız tahribatların icra edilebildiğini çok iyi anlamalıdır.

Fenalıklara ve heveslere mağlûp olmanın ne büyük tahribat olduğunu tam olarak anlayarak, insi ve cinni şeytanların şaşırtıcı oyunlarına gelmemelidir.

Asrın çilekeşinin çok sağlam temellere oturttuğu “müsbet hareket prensibiyle” asırların ve insanlığın önünü açan o nurlu veraseti ve şeref belgesini iftiharla nesl-i âtiye taşıyabilmeliyiz.

Ehl-i dalâlet ve şer cephesinin menfîliğine, tahribine, ademine ve bozgunculuğuna âlet olmamanın, karşı durmanın yolunun hakiki İmanî, İslâmî şuur, hüner ve tatbikatından geçtiğini bilmeliyiz.

Şeytan ve şürekâsının küçük bir hareketle çok tahribatları yapabiliyor olmalarının şuuruyla; çok dikkatli ve akıllı davranmalıyız.

Cenâb-ı Hakk’ın verdiği akıl nimetini böyle az bir hareketle çok tahribat yapan dehşetli düşmanlara karşı gayet metin bir yol, muhafazalı bir kale için kullanıp ehl-i imanı perişaniyetten alıkoymanın güzel örneklerini yaşamalıyız!

Ehl-i iman için İlâhî çelik kale olan Kur’ân rehberli bir hayat için enerji sarf etmeliyiz.
Vesvese ve evham zulmetlerine karşı Resulün (asm) sünnetlerini bir yıldız ve lâmba vazifesi gördürmenin güzel örneklerini yaşamalı ve yaşatmalıyız.

Kör hissiyat ve nefse mağlûp olunan o çok sırlı, acayip, dehşetli noktanın sırrını keşfedip, o müthiş kör noktayı ve kara lekeyi keşfedip şifasını bulabilmenin çarelerini aramalıyız.

Bu asırda çok büyük ve müthiş bir yangınla karşı karşıyayız. Şahsî, ailevî, millet ve cemaat hayatı için bize gerekli olan tek şeyin; bu dehşetin farkında olmak. Muhatap olmakla şeref duyduğumuz Risâle-i Nur Külliyatı ve onun mümtaz müellifinin bize tatbikî olarak emanet bıraktığı “Cadde-yi Kübra-yı Kur’âniye” olan müsbet yolu takip etmek, sebatla hizmete devam etmekten başka tercih ve şansımız yok görünüyor.

“Eline, diline, beline sahip ol!” emrine uyarak küçük, büyük her türlü menfilik ve tahribattan ve buna sebep olabilecek hallerden de uzak durmalıyız.

Bunun tek bir çaresi var: “Hizmeti düşünüp, hizmete ciddî çalışmak!” Afaka fazla önem vermemek. Varsa kendi hatasıyla meşgul olmak. Başkalarıyla aklen, kalben, hissen de olsa uğraşmamak.

Sevgiyi ve muhabbeti yeşertmek, canlandırmak, yaşamak ve yaşatmak. Muhabbet ağacını yeşertecek işte çarpıcı bir örnek:

“Hintli bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalışan bir akrep görür. Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını uzatır, ama akrep onu sokar. Hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır, ama akrep onu tekrar sokar. Yakınlardaki başka birisi ona, onu sürekli sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler. Ama Hintli adam şöyle der: ‘Sokmak akrebin fıtratında vardır. Benim fıtratımda ise sevmek var. Neden sokmak akrebin fıtratında var diye kendi fıtratımda olan sevmekten vazgeçeyim?’ Sevmekten vazgeçmeyin. İyiliğinizden vazgeçmeyin. Etrafınızdaki insanlar sizi soksalar da!”

Seven “O”.
Sevdiren “O”.
Özleten “O”.
Hatırlatan “O”.
Özleyince duâ ettiren “O”.
Sevgi ne güzel, kim bilir Sevmeyi Yaradan ne güzel!
Sevmeyi Yaratanın sevgisinden nasiplenmek duâsıyla…
Allah’a emanet olun. İnsanlar sevgiyle yaşar…
Fıtratımıza ters düşmemek dilek ve temennisiyle.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*