Tarihin eteklerinden tutup çekiştirdiği bir çok ülke veya coğrafya olabilir. Fakat, Asya´da Türkiye, Avrupa´da ise Almanya kadar tarihin ısrar ve tekdirine maruz coğrafyalar pek nadirdir.
Bu iki coğrafyanın ve bu coğrafyalarda yaşayan halkların “tarihî vazife” bakımından da birbirlerine benzerlikleri çok ilginçtir. Mevzumuzun çerçevesine sığmadığından, yalnızca Almanya´nın karşı karşıya kaldığı tarihî pozisyonlar üzerinde duracağız.
“Düşünürlerin ve şairlerin” ülkesi olarak övünen Almanya´nın, aydınlanma döneminden sonraki dinsiz feylesof ve ahlâksızlığı tervic eden psikologlarla, dünyanın başına açtığı dertler günümüzü de kararttığından, “düşünürlüğün” bumerang gibi bugün Almanya´yı da vurduğunu söyleyen araştırmacıların sayısı epeyce arttı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde havayı koklayan birçok musevî asıllı “feylosof”un önce İngiltereyi ve akabinde Amerika´yı yurt edindiğini hepimiz biliyoruz. Bir taraftan siyaset ve kuvveti elde eden Troçki kanadı, diğer taraftan “insan ve hürriyeti” istismar ederek sefaheti bayraklaştıran Freud ve Carl Popper kanadının, dünyamızı maddî ve manevî ateşlere mahkum ettiğini; yine dünya medyasından öğreniyoruz. Almanya ve kısmen Kuzey Avrupa coğrafyalarından denizaşırı uçan yahudî asıllı düşünürlerin, Yeni Dünya´nın kuvvet ve teknolojisini elde ederek başta Avrupa olmak üzere bilhassa Asya´yı maddî – manevî işgale kalkıştıklarını yazan araştırmacılar; iddialarına delil olarak neo konservatiflerle neo libarallerin global icraatlarını gösteriyorlar. Amerika´daki 11 Eylül hadisesinin neo canlarca tezgâhlandığına inanan araştırmacıların eserleri, tüm sansür ve engellemelere rağmen rağbet görürken; hürriyet, sivil – toplum ve açık toplum gibi mahiyetleri izah edilmemiş sloganlarla coğrafyaları sefahet ateşiyle kavurup – kaosa mahkum eden neo libarellerin sözcüsü Georg Soroz´un “çekirge hareketlerini” insanlık dehşet içinde izliyor. Kaynakları bir olan bu “tahripkâr hareketlerin” müstakil çalışmaları ve hatta farklı siyasî tercihlere sahip görünmeleri, avamı iğfal etmeye devam ediyor. Tahrip kolaydır. Yalnız, bu cereyanlarca tahribin tamir şeklinde sunulması ve zaman – zaman yaptıklarının daimî bir zafer ve başarı olarak medyalarında takdim edilmesi, tarafsızların zihinlerini allak – bullak ediyor.
Bildiğiniz gibi küfrün mahiyeti yalandır. Allah´ı inkâr eden bir düşüncenin hedefi de yalnızca tahripdir. Bu kuzeyli düşünürlerin yalanlarla cahil kalabalıkları kandırmaları ve onların desteğiyle cemiyetlerini tahrip etmesinden daha kolay ne olabilirdi ki… Marx´dan Freud´a, Levi Strauss´dan Wilhelm Reich´a uzanan bütün bu filozofların davalarını yalan üzere kurduklarını bu günlerde popüler hale gelmiş Levi Strauss´un eserlerinden öğreniyoruz. Hakikati yalnızca kendilerine saklayan (Yani Allah´ın ikârı ve buna bağlı olarak insanî ahlakı tahribi) bu deha feylosoflar, kendilerinden olmayan kalabalıkları lüks yalanlarla yana yatırıyorlar. Toplum dindar olunca, dini bozacak şekildeki dindarlığı mübah kılan bu tahripkâr cereyanların ençok nefret ettikleri kelimeler; demokrasi, hürriyet, semavî ahlâk ve ailevî insan hakları olarak karşımıza çıkıyor. Çok ilginçtir ki, bu cereyanın mensupları; dünyayı aldatmak için değişik biçimde de olsa aynı kelimelere başvuruyorlar. Söylediklerinin tam tersini icra etmekle meşhur bu global çeteyi birçok araştırmacı deşifre etmiş durumda. Ne Con´ların Levi Strauss´un rahle-i tedrisinde birer mürid gibi nasıl yetiştiklerini merak edenler medyadaki Levi Straus dosyalarına bakabilirler. Küfrün mahiyeti yalan, istibdat, nifak, anarşi ve zulüm olunca Cengiz ve Hülagü´dan günümüze gelen “semavî dinler karşıtı” çizgideki hareketin hepsinde aynı motifleri müşahede ediyoruz.
Bediüzzaman Hz.leri ahirzaman hadiselerinin mahiyetini ve zamanımızın dehşetini anlattığı eserlerinde, “tahripkâr cereyanlara” özel bir vurguda bulunuyor. Dinsiz, sefih ve tahripkâr Avrupa Medeniyetinden bahsedildiği satırlarda da aynı mana ile karşılaşıyoruz. İkinci Dünya Savaşını netice veren bu dehşetli cereyanların kuvvet kazanmak ve toparlanmak üzere yer altına çekildiklerini, zaman ve zemini müsait bulduklarında gizli ve aşikâr hücûma geçtiklerini öğrenmek isteyenler, bu bilgilerin adesesinden yakın tarihe bakabilirler. Elli milyon insanın ölümüne ve Avrupa´nın adeta kan kusmasına sebep bu cereyanların; Birinci Bush´dan sonra tekrar sahnede aktif harekete geçtiklerini görüyorsunuz. Kuvveti ilahlaştıran, menfaat hedefine kilitlenmiş ve hayvanî heves ve arzularını tatminden başka bir şey düşünmeyen bu güruhun işi yalnızca tahrip olduğundan, tahribden sonraki manzara ve durumlar onları hiç bir zaman ilgilendirmemiş. Balkanların tahribinin üzerinden neredeyse on beş yirmi sene geçti. Bombalanmış binalar hâlâ hayalet gibi duruyor, Bosna´da… İşte Afganistan… Perişan ahali talibanı arıyor, bu gün… Ve Irak… Kandırılmış ve iğfal edilmiş müslüman ahali dünkü zalim ve yalancı Saddamı arıyor. Bu cereyanların vazifesi yalnızca tahrip olduğundan, gerisi çekirge sürüsünün umurunda değildir.
Almanya topraklarından dünyaya dağılmış ve bu gün Avupa´yı temsil eden ülkelerin başında gelen Almanya´yı tehdide yönelmiş şahsiyetlerin şahs-ı manevîsinden iktidar siyasetçileri çok korkmuş olacaklar ki; asıl Amerika ile bu tahripkâr cereyanları birbirine karıştırıyorlar. Geleneksel Amerika dostluğu ve ittifakı yerine; geçici tahripkâr cereyanlarla ittifağa gidiyorlar. Halbuki Neo Con´ların elindeki sopa da ve Neo Liberallerdeki havuç da geçici… Çünkü tarih bu manzaranın yüzlerce tekerrürü ile dolu. Hristiyan Almanya; mert ve cesurca tarihine kulak verse ve korkuyu iterek hakikatle yüzleşse hedefine daha sağlam ve selimce ulaşacaktır. Peki o hakîkat nedir? Bir dahaki haftaya inşallah.
Benzer konuda makaleler:
- Tahripkâr cereyanlar üzerine bir tahlil denemesi
- Bahtiyar Alman milleti
- Yanlış Hesaplar
- Şeytan üçgeni ve Almanya
- İslâmiyet, hem Avrupa’nın ve hem de Almanya’nın parçasıdır
- NATO, misyonuna ihanet eder mi?
- Christian Wulff’un yolunda…
- Postmodern Bolşevizm
- Katalonya’dan Kuzey Irak’a
- Avrupa Türkiye´ye benzemez!
Almanya İslam Konseyi Din Şurası Sözcüsü / Eğitimci – Yazar
İlk yorum yapan olun