İslâmın öngördüğü imân; genel, taklidî, sathî, yüzeysel, gelenek ve göreneğe dayalı değildir. Aklî/mantıkî, ilmî, vicdanî, kalbî delillere dayanan bir olgudur. İslâmiyete göre insan akıl ve bâliğ olunca mükellef, yani sorumlu olur. Bu da imana akıllla girmeyi gerektirir.
Taklidî iman, herhangi bir aklî, fikrî çaba sarf etmeksizin içinde bulunulan ailenin, toplumun, ortamın inancını kabul etmektir. Basit, icmâlî/özet, genel, üstünkörü, sathi, geleneksel bir inançtır. Herhangi aklî, ilmî, fikri, vicdanî, tecrübî bir araştırma, incelemeye dayanmaz. İman esaslarının derûnuna, iç boyutuna nüfûz edilmez. Gerçek anlamlarına, mahiyetlerine bakmadan genel bir bakış, basit bir düşünce, yüzeysel bir bilgiyle yetinilir.
Göreneğe bağlı taklidî iman, duyuma dayalı bir inanç biçimidir. Tahayyül, tasavvurdan, bir parça da akıldan öteye geçemeyen düşünce tarzıdır. “Âmiyâne tevhid” de denilen bu tür inançta şöyle basit bir akıl yürütülür: “Cenâb-ı Hak birdir, şeriki/ortağı, nazîri/benzeri yoktur, bu kâinat O’nundur.”
Bu kadar. Bu imân, hiçbir şeyi Allah’tan başkasına dayandırmamaktan ibârettir. Yâni, aklî-mantıkî muhakeme yürütmeden; naklî, ilmî araştırma, inceleme yapmadan; kesin delil, sağlam belgelere dayanmadan, duyuma dayalı, “Cenâb-ı Hak birdir, ortağı, benzeri, yoktur, bu kâinat bütünüyle Onundur” denir ve orada kalınır.
Bu imân mum ışığı gibidir. Küçük bir şüphe, basit bir inkâr rüzgârı, hafif bir vesvese darbesi karşısında çabuk söner, mağlûp olur. Veya hiçbir dayanağı ve sağlam temeli olmayan bir duvar gibidir; hiçbir direnç göstermeksizin yıkılmaya mahkûmdur.
Taklidî iman ile yetinen, şüphe ve vesveselerin anaforunda yuvarlanır. Her meselede ikilem içine girer. Akıl, kalp, vicdan gibi duygular tatmin olmaz.
Taklidî iman, şofbeni çalıştırmayan tazyiksiz su, ampulü yakmayan voltajı düşük elektrik gibidir. Böyle bir imana sahip olan en basit olaylar karşısında titrer, kimi zaman yeryüzü ona dar gelir. O takdirde de hiç şüphesiz, peşinde koşulan huzur ve mutluluk, gerçek zevk, lezzet bulunamaz.
Ne var ki, inanmak ayrıdır, imanın şuuruna vararak onu özümseyerek, bütün hücrelerine işleyerek gereklerini yerine getirmek bambaşka bir şeydir.
Bu konuya da yarın değinelim İnşâallah.
Benzer konuda makaleler:
- Tahkikî imanın hakkal-yakîn mertebesi
- İman esaslarının aklen ispat ve izahı
- Tahkikî, gerçek iman
- Nuranî bir yol var
- Yeni Dünya’da iman eğitimi: Fıtrat ne söylüyor?
- İmanın mertebeleri
- İmanın mertebeleri
- Hakikî ve taklidî temsilciler
- Şahs-ı mânevî daha metindir
- Sihirbazların imanı
İlk yorum yapan olun