Talebelik

Türkiye’de halen devlet ve özel teşebbüsün çeşitli branşlarda ve seviyelerdeki öğretim faaliyetlerine devam eden miyonlarca insan, meslek ve sıfat olarak talebe(öğrenci)dir. Fakat, talebeliğin ne olduğunun tarifini sadece buna dayandıramayız.

 Bu husus, tarifin unsurlarından biri olabilir; fakat “Tarif, efradını camî, ağyârını manî olmalıdır.” Yani o­nun manasına ait olan her şeyi içine almalı, o­nun manasına girmeyen her şeyi de dışında bırakabilmelidir. Resmî veya özel herhangi bir öğretim programına devam etmediği halde de insan talebe olabilir. O halde “talebelik” nedir? Lügata baktığımızda, talebe kelimesinin manasının; Tâlip(istekli)in çoğulu, yani “istekliler, şakird, tahsile çalışan (Öğrenen)” kelimeleri ile verildiğini görüyoruz. Demek ki, talebe “ilme talip olan” manasında olup aslında bu manâ herhangi bir öğretim kurumuna devam edenlere mahsus değil, umumîdir. Herhangi bir öğretim kurumuna kayıtlı talebelikten başka bir de; “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.” Hadis-i Şerifiyle bütün insanların ömürleri boyunca talebeliği devam ettirmeleri vardır.

“Çünkü: Hayvan, dünyaya geldiği vakit âdeta başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir, yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda, bütün şerait-i hayatiyesini ve kâinatla olan münasebetini ve kavanin-i hayatını öğrenir, meleke sahibi olur. İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder, yani o­na ilham olunur.

Demek, hayvanın vazife-i asliyesi; taallümle tekemmül etmek değildir ve marifet kesbetmekle terakki etmek değildir ve aczini göstermekle medet istemek, dua etmek değildir. Belki vazifesi istidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubudiyet-i fiiliyedir.

İnsan ise, dünyaya gelişinde her şeyi öğrenmeğe muhtaç ve hayat kanunlarına cahil, hatta yirmi senede tamamen şerait-i hayatı öğrenemiyor. Belki âhir–i ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç. Hem gayet âciz ve zaif bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. o­nbeş senede ancak zarar ve menfaati fark eder. Hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlarını celb ve zararlarından sakınabilir.

Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir. Yani: ‘Kimin merhametiyle böyle hakîmane idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lutuflarıyla böyle nâzeninane besleniyorum ve idare ediliyorum?’ bilmektir ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcatına dair Kâdiü’l Hâcât’a lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yani aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-yı ubûdiyete uçmaktır .

Demek insan, bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibariyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve mâdeni ve nuru ve ruhu: Mârifetullah’dır. Ve o­nun üssü’l-esası da Îmân-ı Billah’tır.” (RN Külliyâtı, 23.Söz)

İlimle meşgul olmayı sadece resmî sıfatı talebe olanlara bırakıp faydalı ilmi öğrenmeyi günlük yaşayış programında ihmal eden ve hiç yer vermeyen bir hayat seyri içinde “yuvarlanıp gitmek”ten bizi, Kur’an tefsirinden naklettiğimiz bu cümleler de men ediyor; insanın ömür müddetinin birimleri olan günlerini çeşitli ve ekseriya faydasız da olabilen meşgalelerle tüketirken, ilim ve dua ile tekemmüle çalışmamasının hakikî insanlık vasfına zıt olacağını ders veriyor.

Bir öğretim kurumunda kayıtlı resmî talebelik sıfatımız olmasa da, madem ilim ve dua ile tekemmül etmek üzere, insan nevinden yaratılmışız ve akıl sahibi olarak takriben 15 yaşımızdan itibaren başlayıp ömrümüz boyunca devam eden bir imtihanın içindeyiz; vazifemiz, bu manadaki talebeliğimizin icaplarını yerine getirmek ve bu hayat imtihanımızı başarabilmeğe çalışmaktır.

Umumî manâdaki bu talebelik, gündüz maişetini kazanmak için bir meslekte çalışıp gece okulu veya kurslarına devam edenlerin talebelikleriyle de kolayca kıyas edilip anlaşılabilir. Dünyevî, kısa ve küçük menfaatler için bu talebelik ileri yaşlarda bile, günlük meslekî faaliyetler yanında devam ettirilebiliyorsa; asıl, büyük ve ebedî kazanç vesilesi olabilecek “bütün ulûm-u hakikîyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu: Marifetullah” için bu azim ve gayreti göstermekte tembellik edilmemelidir. Niyet, azim, kararlılık ve önceliklerini doğru tesbit ettikten sonra; “Vaktim yok..”, “Akşamları çok yorgun geliyorum..”, vb sözler, insanın kendi kendini aldatmasından öteye gidemez. Çünkü, günlük hayatında faydalı ilimle meşguliyete nisbeten çok daha önemsiz ve hatta bazan zararlı işlerle uğraşabilen bir insan, istese faydalı ilimle meşgul olmaya da zaman ayırabilir.

Bir daha geri gelmemek üzere her gün birini daha geride bıraktığımız günlerimizi ard arda yaşarken, dünyadan meşru dairede nasibimizi almağa çalışmanın yanında, faydalı ilmi talep etmek manâsındaki talebeliğimizi de ihmal etmemeliyiz. Bununla alâkalı olarak, bize en fazla fayda sağlayabilecek kitapları okumalı, bunların okunduğu ilim meclislerine katılmalı, o mevzuları anlamağa, fikren hazmetmeğe, hayatımıza tatbike ve başkalarına da anlatabilmeğe çalışmalıyız. Bu şekilde, bazen faydasız gevezelik ve bazan da bunun ötesinde gıybet, dedikodu, iftira, suizanla günahlı olabilen konuşmaları önleyip o­nların yerine faydalı ilim sohbetleri yapmağa çalışmakla, iki cihetle hayra vesile olmalıyız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*