Talha bin Ubeydullah (?-656)

Peygamber Efendimizin (asm) yüce davetine uyarak İslamiyet’i kabul edenlerin ilklerindendir. En önemli vasıflarından ikisi cömertlik ve kahramanlıktır. Cennetle müjdelenen on güzide sahabeden biridir. Dindarlığı ile meşhur oğlu Muhammed, Kur’an-ı Kerim’i hıfzedip usul ve kaidesine uygun okuyan ve “Kurra Hafızları” olarak adlandırılan ilk hafızlardandır. Bu oğluna atfen Ebu Muhammed lakabıyla anıldı. Künyesi; Talha bin Ubeydullah bin Osman bin Amr bin Ka’b bin Sa’d bin Teym bin Murre şeklindedir.

Soyu Peygamber Efendimizin mübarek şeceresiyle birleşip akraba olan Talha, Hicretten tahminen yirmi dört yıl önce (598) Mekke’de doğdu. Ticaretle uğraştığından sık sık seyahatlerde bulundu. İslamiyet’le müşerref olmasında, bir seyahati sırasında karşılaştığı olay etkili oldu. Ticaret maksadıyla gittikleri Busra’da, Mekke’den birilerini arayan ve kendisiyle karşılaşan bir Hıristiyan rahiple görüştü. Rahip; “Ahmed zuhur etti mi?” diye sorunca, “Ahmed kimdir?” diye karşılık verdi. Rahip; “Abdullah bin Abdülmuttalib’in oğludur. O, peygamberlerin sonuncusudur. Mekke O’nun peygamberliğini ilan edeceği yerdir. Sonra oradan hicret edecektir.” diye cevapladı.

Bu sözlerin etkisinde kalan Talha, Mekke’ye döner dönmez, kendisi yokken her hangi bir olayın olup olmadığını sordu. “Abdullah’ın oğlu Muhammed nebilik iddiasıyla ortaya çıktı” dediler. Peygamberliğin ilan edildiğini öğrenince büyük bir sevinçle Hazreti Ebubekir’in yanına koştu. Duyduklarını ona da sordu, doğru olduğu cevabını alınca kendisini Peygamber Efendimize (asm) götürmesini istedi. Peygamber Efendimizin huzurunda kelime-i şahadeti getirerek Müslüman oldu.

Müslüman olduktan sonra çok ağır işkencelere maruz kaldı. Onu iple bağlayarak, eski dinine dönmesi için işkence yaptılar. Bütün işkencelerine rağmen, “Beni öldürseniz de dinimden dönmem” diyerek işkencelere dayandı. Müslümanların Medine’ye hicret ettikleri sırada Şam’da bulunuyordu. Yolda hicret haberini alınca, bütün mallarını ve kazancını bırakarak Medine’ye göç etti. Bilahare ailesini de yanına aldı.

Bedir Savaşı başlamadan önce müşrikleri takip etmekle görevlendirilenler arasında olduğundan bu savaşa katılamadı. Uhad Savaşında bulundu. Çarpışmanın ve düşman saldırısının en şiddetli olduğu sırada vücudunu Peygamber Efendimize (asm) siper ederek korumaya çalıştı. Gelen darbelerden birine kolunu siper ettiğinden büyük bir yara aldı. Sahabeler onun bu kahramanlığına hayran kaldılar. Bizzat Peygamber Efendimiz onu tebrik etti. Hazreti Ebubekir (ra), “Talha bin Ubeydullah, bir Uhud kahramanıdır” derken, Hazreti Ömer (ra), “Uhud gününün en büyük kahramanıdır” ifadelerini kullandı.

Talha (ra) Mekke’nin fethine kadar süren bütün savaşlara katıldı. Hudeybiye’de Biat-ı Rıdvan’da bulundu. Huneyn Gazvesine katıldı. Bu savaşta da çok büyük kahramanlık gösterdi. Bu sıralarda Müslümanların susuz kalmamaları için önemli miktarda para ödeyerek bir su kuyusunu satın aldı ve Müslümanlara vakfetti. “Talhatü’l-Cûd” (Cömert Talha) lakabı bu hareketinden dolayı kendisine Peygamber Efendimiz tarafından verildi. Tebük Gazvesi’ne katıldığı gibi bu savaşta bütün malını ordunun hazırlanmasına harcadı. Bu cömertliğinden ötürü de; “Ey Talha! sen çok feyizli ve cömertsin.” şeklindeki iltifat-ı Muhammedi’ye mazhar oldu. Veda Haccı’nda Peygamber Efendimizin (asm) yanında bulundu.

Hazreti Ebubekir (ra) halife seçilince hemen biat etti. Elinden gelen yardımı da esirgemedi. Halife vefat edinceye kadar müşavere ettiği kişiler arasında yer aldı. Kendisinden sonra kimin halife olması gerektiği konusunda onunla istişarelerde bulundu. Halifeliğe, Hazreti Ömer’in (ra) layık olduğu şeklinde fikrini bildirdi. Hazreti Ömer halife seçildikten sonra şura heyetinde yer aldı. Hazreti Ömer’in kendisinden sonra kimin halife olmasının uygun olduğunu tespit etmek maksadıyla teşkil ettiği altı kişilik heyette yer aldı.

Hazreti Ömer’in halifeliğe aday olabilecekler arasında Talha (ra)’ı göstermiş olmasına rağmen bundan feragat ederek Hazreti Osman’ın (ra) halife seçilmesini destekledi ve biat etti. Bu dönemde münafıklar tarafından Müslümanlar arasında çıkarılan fitneler karşında Halifenin yanında yer aldı. Asilere karşı mukabelede bulunarak Halifeyi korumaya çalıştı. Asiler tarafından Halifenin şehit edilmesinden büyük üzüntü duydu. Hazreti Zübeyr (ra) ile birlikte yeni halife seçilen Hazreti Ali’den (ra) katillerin bulunup cezalandırılmasını istediler. Hazreti Ali, durumun çok karışık olduğunu, biraz beklemek gerektiğini ve daha sonra gerekenin yapılacağını kendilerine söyleyince, yanından ayrıldılar.

Cemel Savaşı’na doğru giden süreçte taraflar arasında bir içtihat farkı vardı. Hazreti Ali adalet-i mahza ile devam edilmesinden yanaydı. Yani-daha önceki halifeler döneminde uygulanageldiği gibi-bir masumun hakkı bütün insanlar için dahi olsa feda edilemez. Bir fert umumun selameti için feda edilemez. Cenab-ı Hakk’ın yanında hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük hak büyük hak için iptal edilmez. İnsanın rızası olmadan, hayatı da hakkı da feda edilemez.

Diğer taraf ise, adalet-i izafiye yani, umumun selameti için ferdin feda edilebileceği kanaatinde idiler. Cemaatin selameti için ferdin hakkı nazara alınmaz. Onlara göre İslam coğrafyası çok büyümüş ve adalet-i mahzanın tatbiki mümkün değildir. Her iki taraf da halifenin katli ve kargaşaya sebep olup, Müslümanların arasında nifak çıkaranların cezalandırılmalarından yana idiler. Ancak, aralarında içtihat farkı vardı. Hazreti Ali (ra) bu konuda çok hassas davrandı. Çünkü; adalet-i mahzanın uygulanabileceği bir durumda adalet-i izafiyenin uygulanması zulümdü.

Ehli Sünnet alimlerinden olan İbn Hazm; Cemel Vak’ası’nda her iki tarafın iyi niyetli olduğunu, yaptıkları işin içtihada dayandığını, savaşmak maksadıyla yola çıkmadıkları halde durumun aleyhlerine döneceğini hisseden katillerin komplosu sonunda kendilerini savaşın içinde bulduklarını ve dolayısıyla kusursuz oldukların söyler. Sünni alimlerin büyük ekseriyeti Hazreti Ali’nin haklı, karşı tarafın haksız olduğu kanaatindedirler.

İslam alimlerinin gösterdiği hassasiyeti Risale-i Nur’da da görmekteyiz. Külliyatın muhtelif eserlerinde (Tarihçe-i Hayat, Mektubat, Emirdağ Lahikası vs.) bu konuyla ilgili bahisleri görmek mümkündür. “Madem sırf lillâh için ve İslâmiyetin menâfii için içtihad edilmiş ve içtihaddan muharebe tevellüt etmiş; elbette hem katil, hem maktul, ikisi de ehl-i Cennettir, ikisi de ehl-i sevaptır diyebiliriz. Her ne kadar Hazret-i Ali’nin içtihadı musîb ve mukabilindekilerin hata ise de, yine azâba müstehak değiller. Çünkü, içtihad eden, hakkı bulsa iki sevap var; bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevabı olarak bir sevap alır, hatasından mazurdur” hükmüne rastlıyoruz. (Mektubat, 56-57)

Hazreti Ali (ra) içtihadında haklı olmakla beraber, karşı tarafta Hazreti Aişe (ra), Hazreti Talha (ra) ve Hazereti Zübeyr (ra) gibi aralarında cennetle müjdelenen ve sahabelerin ileri gelenlerinin olmaları ve kesinlikle art niyet taşımamaları nedeniyle, onlara karşı ağır sözler sarf etmek İslamî ölçü ve hassasiyetlerle bağdaşmaz. “Hattâ İmâm-ı Ali’nin (r.a.) kardeşi Akîl ve “Habrü’i-Ümme” unvânını alan Abdullah İbn-i Abbas dahi bir vakit muhâlif tarafında bulunduklarından, hakîki Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, ‘Fitne kapılarını kapamak şeriatın güzelliklerindendir’ bir düstur-u esâsiye-i şer’iyeye binâen, ‘Allah ellerimizi temizlesin. Biz de dillerimizi temizleyelim’ diyerek, o fitnelerin kapısını açmayı ve bahsetmeyi câiz görmüyorlar. Çünkü, îtiraza müstehak birkaç tane varsa, tarafgirlik damarıyla büyük Sahâbelere, hattâ muhâlif tarafında bulunan Âl-i Beytin bir kısmına ve Talha (r.a.) ve Zübeyr (r.a.) gibi Aşere-i Mübeşşereden büyük zâtlara îtiraza başlar, zem ve adâvet meyli uyanır diye Ehl-i Sünnet, o kapıyı kapamak taraftarıdır.” (Emirdağ Lahikası, s. 435-436) Hem vefat edip ahiret alemine göç eden insanları zemmetmenin gereği yoktur. Gereksiz kusurlarını, lüzumsuz ve zarara sebebiyet verecek şekilde beyan etmek, Âl-i Beyt muhabbetinin gereği de değildir.

İki taraf arasında cereyan eden savaşta Hazreti Talha aldığı bir ok darbesiyle yaralandı ve daha sonra şehit oldu (656). Durumu öğrenen Hazreti Ali büyük bir üzüntü duydu ve cenaze namazını bizzat kıldırdı. “Ey Talha, yıldız dolu bu semanın altında seni toprağa serili görmek bana çok ağır geldi. Keşke ben yirmi yıl evvel ölseydim de bu günü görmeseydim” diyerek üzüntüsünü dile getirdi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*