Tarafgirlik illeti, tehlikeleri ve çareleri

Felâket ve felâket asrının önemli hastalıklarından olan, özellikle de Müslümanları derinden etkileyen “tarafgirlik” illeti konusuna değinmek istiyorum.

Hakikati örten, gözleri karartan, toplum hayatında kamplaşma, gerilim, kin ve rekabete yönelip, karmaşa meydana getiren, işleri çığırından ve yolundan çıkaran bu illetten kurtulma ve biraz olsun uzak kalmanın yolu; Kur’ân düsturları, İlâhî emirler ve Sünnet tatbikatıyla mümkündür. Bu konunun tatbikatı ise ancak irade ve karakter eğitimiyle mümkün olabilir.

Herkesin görüp yaşadığı, ülkenin ve hâl-i âlemin içinde bulunduğu durumun maalesef özeti budur. Toplumumuzda şiddetli bir akıl tutulması, öfke, orantısız saldırı ve tamiri mümkün olmayacak zeminlere doğru kayan bir “tarafgirlik” mevcut. Bu insafsız hâli kullanan ve ona âlet olan kim olursa olsun hem kendine hem de topluma çok büyük bir tahribat ve menfiliğe sebeb oluyor.

İslâm’da hakka hizmet edip kuvvetlenmesi ve açığa çıkmasını netice verecek “tarafgirliğin” yeri ve ölçüsü vardır. Bu hâlin geçmiş asırlardaki tatbikatı ve bu asra en uygun şekliyle tarifi ve teorisi Risale-i Nur’da mevcuttur. Bu konunun müsbet yönü; Bediüzzaman Hazretlerinin yaşantısında ve şahs-ı manevîye bıraktığı kudsî emanette yerini bulmuştur. İzahı da şudur:

“Evet, Sözler, tûbâ-i Cennetin meyveleri gibi tatlı ve güzel olan iman ve İslâmiyetin meyvelerini ve saadet-i dâreynin mehâsini gibi hoş ve şirin öyle neticelerini göstermişler ki, görenlere ve tanıyanlara nihayetsiz bir ‘tarafgirlik’ ve iltizam ve teslim hissini verir. Ve silsile-i mevcudat gibi kuvvetli ve zerrat gibi kesretli iman ve İslâmın bürhanlarını göstermişler ki, nihayetsiz bir iz’an ve kuvvet-i iman verirler. Hattâ bazı defa Evrâd-ı Şah-ı Nakşibendî’de şehadet getirdiğim vakit, ‘[Biz bu inanç üzere yaşıyoruz, bunun üzerine ölürüz ve yarın yine bunun üzerine diriltileceğiz’] dediğim zaman nihayetsiz bir ‘tarafgirlik’ hissediyorum. Eğer bütün dünya bana verilse, bir hakikat-i imaniyeyi feda edemiyorum. Bir hakikatin bir dakika aksini farz etmek bana gayet elîm geliyor. Bütün dünya benim olsa, birtek hakaik-i imaniyenin vücut bulmasına bilâtereddüt vermesine nefsim itaat ediyor.” (Mektubat, Dokuzuncu Mektub, s. 38)

Tarafgirliğin meşrû ve geçerli tarzı yukarıdaki tarifte kendisini bulur.

İnsanlığın saadet ve selâmetine hizmet eden İslâm dini ve Kur’ân hükümleri her konuda olduğu gibi bu konuda da başlı başına ana kaynaktır.

Kur’ân’ın hükümleri; bütün insanlık için; en büyük terbiyeci, en önemli hayat menbaı, en pâk ve parlak ışık, hakikî hikmet, hakikî saadet, hakikî mürşid, hidayet verici, hem kanun ve prensipler manzumesi, hem duâ kitabı, hem hikmet kaynağı, hem ibadetin özü, hem emir ve dâvet, hem zikir, hem fikrin esasıdır. Bütün insanların her türlü mânevi ihtiyacının kaynağı ve mercii olan ve buna benzer birçok kitapları içine alan tek, mükemmel kitab-ı mukaddes Kur’ân’dır.

Toplum ve insanlık için fevkalâde zararlı olan ve İslâmiyette yeri olmayan; “tarafgirliği” netice verecek ifadeler, hareketler, manalar, tavırlar, filler, oluşumlar yasaklanmıştır. İslâm coğrafyasının hemen hemen her karesinde son asır, sene ve nihayet son günlerde görülen ve toplum hayatı için çok farklı, zararlı neticeler doğuran menfî “tarafgirliğin” uzağında olmak zorundayız.

“Tarafgirlik” illetinin müsbet manada kullanım alanlarını izah eden Bediüzzaman Hazretleri ve eserleri olan Risale-i Nur Külliyatı’dır. Çözüm yolunu yine orada bulabiliriz.

“Tarafgirliğin” en yanlış ve tehlikeli olanı: “bütün siyasetlerin üstünde olan Hakikat-i İslâmiyenin siyasete âlet ve tabî yapılmış olmasıdır.” Bütün hayatı boyunca buna şiddetle karşı çıkan Bediüzzaman Hazretleri, Sünûhat adlı eserinde din adına tarafgirâne siyaset yapanların dine ne denli zarar verdiklerine dikkat çekip “din namına meydana çıkma”nın, bu yolu tercih etmenin, yani; siyasetçilik veya tarafgirliğin tehlikelisine dikkat çekerek bu konuda “isabet de etseler mes’uldürler” tespitini yıllar önceden yapmıştır.

Siyasetin; şöhret, maddiyat, yalan ve menfaat üzerine tesis edilmiş, gaddar düsturları ile yapılan ve ona âlet olan “tarafgirliklerin” tehlikesine dikkat çeken Bediüzzaman: “Bu yanlış yola kim girerse girsin bütün harekâtının, bizzat hariç hesabına geçeceğini, iradesinin hükümsüz kalacağını, halis niyetin bu yolda fayda vermeyeceğini” ifade eder.

Tarafgirliğin; “fasık siyasetdaşını, dindar muhalifine tercih etme” neticesini doğuracağını, “umumun mukaddes malı olan dini, inhisar altına alma” meyil ve tatbikatına kayacağını, bundan dolayı da toplumda kutuplaşmalar meydana getirip dinin aleyhinde olmaya kadar gideceğini, din ve maneviyatı nazarlardan düşürmeye sebep olacağını ifade eder. Şu anda yaşananlar ise bundan başka bir şey değildir.

Fakat ne yazık ki bu hakikat ve gerçek şu an için yine gölgelenmiş ve öne çıkan menfî bir “tarafgirlik” olmuştur. Toplumumuzun ortak özelliği ve zayıf damarı olan; “mağdur ve masumiyet rolünü oynayanlara” karşı merhametkârlığını fırsata dönüştürmede mâhir olan mevcut bir iktidar var. Kavgadan “hizmet” üretmeye çalışan zihniyetler hem kendileri kaybedip, hem de Müslümanlara kaybettirdiklerinin farkında değiller mi? İpler başkalarının elindedir. Bu özel durum dolayısıyla; safdil ve mübarek dindarların; siyasî ve menfaat peşinde koşan dindarlar marifetiyle dine zarar verecek noktaya getirilmeleri, neticede dinin aleyhine gelişmelere meydan verdiklerinin farkında bile değildirler. Dışarıdan kumandalı tuzaklar yüzünden “sofimeşrep” karakterlerin maalesef bu menfîlikleri görecek basiret ve ferasetten uzak noktalara savrulmuş olduklarını düşünüyorum.

Bu çekişme ve kavgada debisi oldukça yüksek, keşfedilmesi çok zor bir karartma olayı var. Bugün bu mevcut tehlikeyi dillendiren ve dindarların eliyle dinin aleyhine gelişen bu menfî “tarafgirliği” fark edip göreceklerin sayısının çok fazla olduğunu düşünmüyorum. Bu tarz düşünenler de; tarafgirlik girdabına düşenler tarafından; “uçuk, kaçık fikirli, müzmin iktidar muhalifi, hatta düşmanı olarak” nitelendirilmekte, olaya bu yanlış ve tehlikeli açıdan bakılmaktadır. Bu dehşetli halin ileride kabili mümkün olmayacak “tarafgirlik” ve zıtlaşmayı katmerleştireceğinden oldukça endişeli olduğumun altını çizmek istiyorum. İnşaallah yanılıyorumdur.  

Bu fırtınalı asırda gaddar medeniyetten çıkan “egoların” ve ırkçılığın İslâm coğrafyasını derinden etkileyen harplerin verdiği tahribatın bir an evvel son bulması için duâ ediyorum. İslâm coğrafyasının ve Müslümanların en başta, terör olmak üzere; her türlü diktatörlük, zulüm ve menfî tarafgirlikten uzak, huzurlu ve saadetli bir hayat yaşamalarını niyaz ediyorum. Dalâletten çıkan merhametsizlikten, şiddetten uzak bir hayat sürmenizi diliyorum. Ehl-i hakkın, hakkını maddî kuvvetle, şiddetle, zulümle, tarafgirlikle değil hak, adalet, sulh ve barışla almada birleşmelerini temenni ediyorum.
Cenâb-ı Hak; haksız “tarafgirlikten”, zulüm, isyan ve bütün menfîliklerden hepimizi muhafaza etsin. (Âmin)

NOT:

1- Bu yazıyı Paris’ten yazıyorum. Gezi ve hizmet hatıralarımı sonraki yazılarımda siz dostlarımla paylaşmayı ümit ediyorum.

2- Gazetemizde çıkan taziye ilânlarını geç takip edebildiğim için bu vesileyle tanıdığım dost isimlerin vefat eden yakınlarına rahmet, akraba ve yakınlarının hepsine taziyetlerimi sunuyorum.

3- Siz değerli dostlardan özel bir ricam olacak. Almanya Yeni Asya Ekolü hizmetlerinin gelişmesinde ve yerleşmesinde geniş aile efradının bütün fertleriyle çok büyük katkıda bulunan mübarek Ispartalı Osman Kurnaz Ağabeyimiz Köln hastanesinde duâlarınızı bekliyor. Kendisine acil şifalar diliyorum. Evlât ve akrabalarına sabır ve tahammül dileklerimi sunuyorum. Duâlarınızdan eksik etmeyiniz lütfen.  N. E.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*