Tatil üzerine

Sizce hakîkaten tatil var mı? Yani hareket, iş ve hedeflediği maksatları bırakan bir şey var mı? Kevnî kanunlarda yok… Güneşin doğuşu, mevsimlerin değişmesi, hayvanlarla bitkilerin mecraları, takipten durdurulacak şeyler olmasa gerek… Belki nadasa bırakılmış tarla, kış uykusuna yatmış hayvancık ve uykudaki beynimiz “tatil ettiler” diyeceksiniz, fakat ilim onların meşguliyetin bir başka boyutunda koşuştuklarını ortaya koyuyor.

Öğrencilerin derslerini, işçilerin işlerini ve memurların belli sürelerle vazifelerini bırakmaları bir yönüyle “tatil” anlamına gelebilir. Yani meşguliyetlerin durdurulması anlamına gelen tatilin, efkâr-ı âmmedeki tatille aynı mânâya gelmediğini görüyoruz. Bizim talebeliğimizde tatil, şehirden köye, gurbetten sılaya, uzaklardaki dostları ziyarete ayırdığımız zamanın adıydı… Veya okumakta olan çiftçi çocuklarının köydeki ailelerinin yardımına, şehirlerdeki çocukların üç ay gibi uzun bir süreyi bir mesleği öğrenmede değerlendirdiği zamanlara tatil diyorduk. Ahalimiz “Avrupa’daki cinsel devrimin” tesirinden henüz azade olduğundan, “deniz kenarlarındaki panayırlar”a pek rastlanılmazdı. Bugünlerde revaç bulan “yayla turizmi” şehirliyi veya yabancıyı pek ilgilendirmezdi. Zira o zamanlarda zirvelere hayvan sırtında çıkılır, geceli-gündüzlü devam eden yürüyüşlerle ancak yayla sahipleri tırmanabilirdi dağlara…

Sefih Batı medeniyetinin taarruzuna bir çok hususta zamansız yakalanmış toplumumuz, “tatil” meselesinde de tam bir kaosa yuvarlandı. Modanın dayattığı “tatil” türünü yaşayabilmek için birçok meşakkate katlanan ve neticede hem sağlığından ve hem de parasından olan insanlarımızın, sevinerek kapıldığı bu cereyanı akılla ele almak mümkün değil, kanaatindeyiz. Yorgun, bezgin ve bitkince “eve dönüşün” olağan olduğu bu dönemi az çok yakından görüyoruz.

Avrupa’da tatil elbette ki bizdekinden farklı ele alınıyor. Varlığı yokluğu yalnızca bu dünya hayatı olanlar için “tatil” olmazsa olmazların başında geliyor. Hayatı boyunca faiz ödeyen, dünyevî zevklerine müptela ve hatta bu uğurda “aile hayatını” yitiren bir Avrupa için tatil; ülkenin en önemli meselelerinden önce gelir. Allah’a ve ahirete imanı olmayan veya çok zayıf olanların bu zaafından istifade edenlerin oluşturduğu “tatil sektörü” hakikaten Batı ekonomisinin hatırı sayılır bir dilimini oluşturur.

Avrupa, her ne kadar sefahet ve tereddînin girdabına doğru bu meselede yol alıyorsa da, tatilini bizden daha mantıkî ayarlıyor. Genellikle işçilere yıl boyunca altı hafta toplam izin verilirken, öğrencilerin en uzun yaz tatilleri de altı haftadan ibaret. Avrupa Eğitimi, bu zamanı dilimlere bölmüş. Sonbahar, kış, ilkbahar ve yaz olarak mevsimlere dağıtmış. Bilhassa Noel ve Paskalya bayramlarına rastlayacak şekilde tatillerini plânlamaları, Avrupa’nın dindarlığını ortaya koyuyor. Ülkelerin veya eyaletlerin farklı zamanlarda tatil yapmaları, turizm sektöründeki aşırı yoğunluğu giderdiği gibi, israfa sebep olacak gereksiz yatırımlardan da kıtayı kurtarıyor. Tesislerin planlı ve ölçülü kullanılmaları fiyatlara da belli bir istikrar getirmiş. Yaz kış doluluk oranları bizdeki kadar dengesiz değil.

Yaz mevsimine girerken yüz binlerce Avrupalı insanımız Türkiye’ye ve Türkiye’nin büyük şehirlerinden milyonlarca insan yer değiştiriyor. Bunların için de öyle veya böyle biz de varız. Fakat biz tatili, verimliliği düşen hayatı monotonluktan kurtarmak için bir fırsat olarak biliyoruz. “Tebdil-i mekândaki rahatlık” ile “Seyahat ediniz sıhhat bulunuz” sırları çerçevesinde; “şerefü’l-mekân bilmekîn (mekânların şerefi oturanlardadır)” hakîkatini nazarda tutarak, ebedî gaye ve hedefimizi unutmadan elbette meşguliyetin şeklini değiştireceğiz. Gittiğimiz yerlerdeki “Nur sevdalılarla” görüşmeden o diyarı ziyaret ettiğimizi elbette söyleyemeyiz. Günahın işgal ettiği mekânlardan uzak duranlar, Kur’ân’ın “…yaklaşmayınız!” emrine de uymuş olurlar. Geçmiş kavimlerin uğradığı bir helâketle bu mekânlardan ahirete gidenlerin orada verebilecekleri bir cevapları da olmasa gerek. Hem bu nevî tehlikelerden dolayı, hem de ahiretimizi sağlama almak için “kendimize ait tatil anlayışını” yaygınlaştırmaya çalışmamız gerekiyor. İnsaniyeti ortadan kaldırmaya çalışan, insanlığı habis hayvan sürülerine çevirmek isteyen ve dünyamızın güzel kaynaklarını tahrib edenlere karşı vazifesini yapmayan Müslümanların sebep olacakları büyük felâketlerden Rabbimiz milletimizi ve ülkemizi korusun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*