Tek çâre iyimserlik

Yaratılan bütün varlıklar, kendilerine verilen ömür süresini en iyi şekilde geçirmek isterler. Bu meyil, şuûru olsun–olmasın, varlıkların ortak özelliklerindendir. Çünki, kâinâtta iyilik, güzellik, sıhhat ve selâmet esas; kötülük, çirkinlik, hastalık, musîbet ârizîdir. Noksanlıkların pek çoğu da mevcûdâtın kendi kàbiliyetsizliklerinden ileri gelmektedir. Hakîkat noktasında Cenâb-ı Hâlık’ın zâtına âid isim, sıfât, fiillerinin yansımasından ibâret olan varlıklar, olabilecek en kemâl mertebede yaratılmışlardır. Ancak, şu âlem, o kudsî vasıfların tam olarak ve kusûrsuz bir şekilde aks etmesine uygun değildir. Onlar ve tecellî ettiği varlıklar âhiret âleminde lâyık oldukları şekilde müşâhade olunabilecektir.

İnsan olarak kendi başımıza gelen hâllerden hareketle, yeryüzündeki bütün canlıların da açlık, susuzluk, yorgunluk, hastalık ve sâir sıkıntılara uğrayabileceklerini biliyoruz. Canlılar dışındaki âlemde de onlara mahsûs sıkıntıların olabileceğini seziyoruz. Buradan küllî bir fikre ererek, halk arasında söylenen: “Dünyâda râhat yok!” hükmünü tasdîk etmek zorunda kalıyoruz.
Hâl böyle olmakla birlikte, vak’alara bakış açımızın hâdiselerin çehresini değiştirebileceğini ehl-i hakîkatin eserlerinden öğreniyoruz. Üstâd Bedîüzzaman Saîd Nursî’nin bütün hayâtında kendi nefsine tatbîk ettiği ve talebelerine ders verdiği “Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayâtından lezzet alır.” felsefesi bize hep iyimser olmayı telkîn ediyor. Yarısı dolu bir bardağın hep dolu tarafını görmeyi ve müsbet düşünmeyi öğretiyor.
Şu imtihan âleminde bu türlü bir bakışa sâhip olmayan kimselerin, hayâtlarını acı, sıkıntı, çâresizlik içinde geçirdiklerini her yerde görüyoruz. Eğer, olan bitenlerin gelişi güzel, kendi başına, şuûrsuz sebebler eliyle, tesâdüfler netîcesinde meydâna geldiklerini kabûl edersek, âcizlik ve zayıflığın zirvesindeki insanoğlunun yapabileceği ne var ki?
Kâinâtı yoktan var eden, her hâdiseyi bilerek, hikmetle yapmaya kudreti yeten, yarattığı her varlığa tanıdığı hakka riâyetkâr, bütün hâdiseler izni dâiresinde ve bir gàyeye mâtûf olarak meydana gelen Allâhu Teâlâ’ya îmân etmeyenin dayanabileceği herhangi bir nokta yok. Böyle bir şahıstan karamsarlıktan başka bir şey beklenemez.
İnsan, bedbînliğinin cezâsını hemen çekmektedir. Hem şahsî, hem içtimâî hayâtı; alâkadâr olduğu çevrenin genişliği nisbetinde kararmaktadır. Dünyâ kadar ağır yükler başına yığılmakta, altından kalkamayacağı sıkıntıların ağırlığıyla ezilmektedir. Elemler, kederler, acıların zindanında, kapkaranlık bir âlemde el yordamıyla hayâtını idâmeye çalışmaktadır.
Ancak inanç sâyesinde, kişi bu sıkıntılardan kurtulabilir. Hem her hâdisede “rahmet-i İlâhîye’nin izini, yüzünü görmek”, hem her vak’ada çeşitli hikmet vecihleri bulunduğunu düşünmek, hem bütün bunların sonunda kendi kazanç hânesine yazılacağını bilmekle, çoğu geçici olan musîbetlere katlanıp dayanabilir.
Doğduğu günden ölümüne kadar kendisi ve çevresinde hiçbir menfî hâdise ile karşılaşmayan kimse var mı, bilmiyorum. Ancak, böyle birisi bulunsa bile, sonunda ölüm denen vak’a, onun bütün hayâtındaki lezzetlerini, saâdetlerini hiçe indirmeye yetecektir. Eğer Allâh’a ve âhirete îmânı yoksa, böyle bir kişinin ömrü ne kadar uzun olsa da, ona mes’ûd yaşadı, hayâtından zevk aldı, denemez.
Eğer bu varlık âlemini, hayâtı, içinde cereyân eden hâdiseleri başı boş, kendi kendine, tesâdüf rüzgârları ile olup biten işler olarak kabûl edersek, yaşamak kolay değil! Karamsarlığımızın karşılığını zor bir ömürle görürüz.
Yok, bütün işlerin bir Fâil-i Muhtâr tarafından sayısız gàyeler, faydalar, netîceler gözetilerek; şuûrlu bir şekilde icrâ edildiğine inanırsak, o zaman doğuşumuzdan ölüşümüze kadar en kötü işkencelere de mârûz kalsak, iyimserliğimizin mükâfâtına dünyâda rûhî ferâh duygusu ile peşînen erişiriz. Dünyâda huzûra kavuşmanın tek çâresi iyimserliktir. Ebedî âlemdeki karşılığını şimdiden bilmemiz ise mümkün değildir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*