Temizlik duygusunu Allah sevgi ve korkusundan alan anneler

Image
1960’ların başındaki Türkiye’de ve şehre en uzak mesafede bir dağ köyü…

Köylülerin senede en çok iki-üç kez merasim halinde şehre inebildiğini düşündüğünüzde, teknolojinin henüz uzaktan da olsa “Merhaba!” diyemediği bir zamanı anlatmaya çalıştığımızı anlarsınız…

 

Bu dağ yöresinde, arkalarını dağa yaslamış üç katlı ahşap evlerde yaşayan insanlar fazla birşey tüketmiyorlardı. Daha doğrusu başkalarına muhtaç olarak tüketmiyorlardı. Evlerdeki el tezgâhlarında birçok yünlü ve pamuk kalemler dokunuyor, mefruşat olarak döşek ve yorganların kılıf ve yüz kumaşları dışındakileri kendileri üretiyorlardı. Tükettikleri maddeler belliydi: Gazyağı, tuz, özel isimleri olan fabrika dokumaları ve son zamanlarda lastik ayakkabılar… Şeker ve çay gibi maddeler özel misafirler için ancak bazı evlerde bulundurulurdu. Kazma, kürek, orak, balta, tahra ve tırpan gibi ziraat aletleri için de ya şehre veya nahiyeye inmek gerekiyordu. Şehir hayatına ihtiyaç duymadan altı aya yakın beyaza bürünmüş yüksek dağlar arasında yaşayanların köylerindeki sosyal zenginliğin şehri aşmasa da geri kalmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bazen birkaç günlüğüne misafir olduğunuz köylerden ayrılmak istemez ve onların oluşturduğu kültürel zenginlikler arasında aylarca yaşamak isterdiniz: Gündüzleyin onlarca çocuk oyunları… Sohbetler… Akşamları ise köy odalarındaki merasimli okuma, muhabbet ve tarih sohbetleri… Samimiyetin dört duvardan önce sizi kuşattığı ve muhabbetin ocak veya sobalardan daha çok sizi ısıttığı o zamanların köyleri de insanlarıyla birlikte Cennete uçtu.

Yine size anneciğimi anlatmak istiyorum. Yukarıda tasvire çalıştığım köylülerden bir anne… Okuma yazmayı okula giden erkek çocuklarından kaçamakla öğrenmiş. Kur’ân’ı ise evlerin gizli bölmelerinde, kuytu köşelerde yaşlı teyzelerden kem küm kapmış. Tarla, hayvanlar, bağ bahçe işlerinden fırsat buldukça ev işi yapabilen anneleri, bizim neslimiz de artık zor izah edebilecek. Arkadan gelip o hayatları yaşamamışlara o zamanın gerçeklerini izah giderek imkânsızlaşıyor.

Genel imkânlarından dolayı dış görünüş itibariyle gayet kirli olması gereken çevrede, temizlik ve nezafetin kokusu ve sembolü annelerin, bulundukları çevredeki paklıklarının dinî inançlarından kaynaklandığını herkes fark edemez. Allah korkusunun tetiklediği temizlik anlayışına sahip o annelerin bu güzel hasletlerini onların ellerinden ekmek ve katık yiyenler daha iyi bilirler. Çocuklarını abdestsiz emzirmeyen, sağdıkları hayvanlarının sütlerini abdestsiz mayalamayan ve abdest-namazla başı hoş olmayan kadınların pişirdiklerini yemeyen annelerin içinde yetiştikleri manevî atmosferi buradan takdir etmek de kolay olmayacaktır.

Ben mi ona çok bağlıydım, yoksa o mu bana… Tarlada, bahçede, hayvanlarla ilgilendiğinde, yaylaya çıktığında, inekler için ot biçtiğinde ve babacığımın büyük gayretle yetiştirdiği koca koca dut ağaçlarının altında mevsiminde dut topladığında hep yanımda olduğunu zannediyorum. Çalışırken ilâhî tarzında bazı şeyleri mırıldanır ve mütemadiyen gözlerinden yaşlar dökülürdü… İstifham dolu bakışlarıma dayanamaz; “Birşeyim yok yavrum, Allah için ağlıyorum” derdi… Daha önce de arz ettiğim üzere tarikattan dersli olduğundan, belki de rabıta-i mevti dünyasından çıkarmıyordı. Allah korkusunu, bize anlattığı hikâyeciklerden, annesinden aldığını biliyoruz. Uzun kış gecelerinde ocak başında, annesi kendisine tekrar ettirerek namaz sûrelerini ezberletirken, arada ölüm hakikati, kıyamet ve ahiret menzilleriyle ilgili hakikatleri de yavrusuna bildirmiş ve böylece Allah korkusunun onun da kalbine yerleşmesine vesile olmuştu.

Yine burada bize anlattığı bir çocukluk hatırasını anlatayım. Henüz küçücük bir kız çocuğu… Kuzuların yanında hoplaya zıplaya oynaşarak dışardaki bir çeşmede su içmeye gidiyor. Çeşmenin başında birbirine dolanmış iki müthiş yılanı görüyor. Elinde oynadığı yünden bükme ince kuşağını yılanların üzerine atıp kaçıyor. İki yılanın birbirine dolanmasıyla ilgili köylülerin bir inancı vardır. Bu haldeki yılanları görenler hayvanların üzerine birşey atıp dilekte bulunurlarsa, Allah duâlarını kabul eder diye bir inanç… Anneciğim de; “Allah’ım, cehennem kurulduğunda, dev kazanların altında ateşler yükselip o kazanlarda sular fokurdadığında, beni o kazanların içine atılmaktan koru” diye dilekte bulunmuş… Minnacık bir kız çocuğu.

Çocukluğumdaki telkinlerinden birisini, “Evlâdım, başkasının ağacının altındaki çöpü kaldırmayacaksın” sözüyle hatırlıyorum. Sözün mânâsına nüfuz edemeyen çocukluğum, meyvelerden geçerek çöplere de korkuyla bakardı. Namaz vakitlerine çok dikkatliydi. Ailenin vaktinde ve evde iseler cemaatle namaz kılmasına çok dikkat ederdi. Namaz için onun ikazlarıyla muhatap olmamış bir fert hemen hemen yoktu evde. Bağda, yayla yolunda ve tarlada… “Önce namaz” derdi…

Tarla işlerinin bitip ailenin eve toplanmasıyla, evimiz bir mescide dönüşürdü… Zaten merhum pederim, evin pozisyonunu kıbleye göre belirlemiş ve odamızın kıbleye bakan güney duvarına bir mihrab yaptırmıştı… Çok geniş ve bir tarafı yükseltilmiş odada annemin ağaçtan yapılmış köşkü perde ile ayrılmıştı. Daha önce evi görmüş olanlar, perdenin arkasındaki annemin varlığından haberdar olamazlardı. Bu anlattıklarım daha çok 50 yaşlarından sonraki zamanlara ait. Odadaki dinî, tarihî ve siyasî sohbetleri dikkatlice takip eder, misafirler gidip biz bize kaldığımızda, detaylıca tekrarlardı bize…

Sabah güneşlerinin hiçbir zaman kendilerini gaflette yakalayamadığı annelerin çalışma şevklerine hayran kalamamak elde değildi. Maraton koşucusuna taş çıkartırcasına hayata sarılırken; ahireti köye abanmış dağın arkası kadar yakın düşünen annelerin kurdukları muhteşem dengeyi, mektepli modern anneler kurmakta hayli zorlanacaklardır. Sabah namazını müteakiben ev ahalisinin kahvaltısını hazırlarken, diğer taraftan uzun süre tarlada çalışacak şekilde ev işlerini tertibe sokan annelerin hikâyeleri yeni nesilde artık masala dönüşüyor. İkinci asr dedikleri ikindi sonrasındaki “çorba vakti” denilen belli bir zamanda, yani gölgelerin üç dört misli uzadıkları vakitte annelerin eve dönüş telâşını görenler, onu henüz sabahın şevkinde zannederlerdi…

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*