Temmuz’a yürüyorum

Bediüzzaman Said Nursî’nin Barla Lâhikası’nda “Bütün hayatımda Nur kelimesi her yerde bana rastgelmiştir.

Ezcümle, karyem Nurs’tur, merhume validemin ismi Nuriye’dir, Nakşî üstadım Seyyid Nur Muhammed’dir, Kadirî üstadım Nureddin” gibisinden sözleri, bana hayat yolculuğunda insanı daima çevreleyen büyük bir “kaderin” var olduğu gerçeğini hatırlatır. “Şâirin kaderin üstünde bir kader var” sözünün gerçekliği de biraz da kaderin akılları hayrette bırakan o müthiş döngüsünü anlatır. Sanırım bunun karşısında, insanoğluna düşen de içinde bulunduğu an silsilesine ibretle bakmaktır. Âdeta, şâir Nâili gibi, “mest olarak âlemdeki suretlerin nakışlarına bakıp her birini bambaşka bir ibret nazarıyla temaşa ettik” kâbilinden, “Mestâne nukûş-u suver-i âleme baktık / Her birini özge bir temaşâ ile geçtik” diyebilmektir, aslolan.

Temmuz ayında bu tarz düşünceleri ruhumda yoğun yaşarım. Ve her Temmuz ayı, kaderin bana sunduğu kavşak noktalarını bir bir temaşa ederim. Bu yüzdendir ki, 2006 yılının Ağustos ayında “Temmuz’un Ardından Yürüyoruz” başlıklı yazıma karşılık “Temmuz’a Yürüyorum” başlıklı bir yazı yazma gereği duydum. “Güneşi avuçlarımıza bırakan/Bir Temmuzun ardından/Yürüyüp gitmeliyim” mısralarını başıma yastık yaparken, Temmuz güneşini avuçlarıma alıp Yunus Emre’nin, “Hamdım, yandım, piştim elhamdulillah” sözlerini benliğimde hissettiğim Temmuz sürecini düşünmekteyim.

Benim için Temmuz, âdeta ilklerin ve dahi dönülmez akşamların ufku anlamına gelir. Temmuzda âşık olmuşum, Temmuzda nişanlanmışım, Temmuzda evlenmişim, Temmuzda baba olmuşum. Temmuzda hayatımın dönüm noktası sınavına girmişim. Velhasıl Temmuz civa olup akmış hayatımın bütün karesine. Hâl böyle olunca, “Bana ne geldiyse geldi yukardan/Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar” mısralarını “Bana ne geldiyse, geldi Temmuz ayında/Bana ne yaptıysa, yaptı Temmuz güneşi…” gibisinden sözlerle değiştiresim geliyor.

Temmuz ayı her ne kadar yeni başlangıçların tatlı kıvılcımlarını barındırsa da içinde, aynı zamanda ince bir kopuşun onulmaz sızısını da gönlümde emanet bırakmış bir aydır. Evet, “Temmuz’un Ardından yürüyoruz” başlıklı yazımda, “Meselâ baba evlâdının kendi ayakları üzerinde durmasını isterken, aynı zamanda kendisine bağımlı olmasını da istemektedir” dediğim bir nev’î çatışma noktasının başlangıcını yaşadığımın adıdır Temmuz. Ve bu çatışmanın doğurduğu sıladan ayrı kalmanın tam altı yılının bileşkesidir Temmuz. Bir yanda bir dinî vecibe olarak sıla-i rahim… Diğer yanda temeli yeni atılmış bir ailenin değerler zincirinin ilk halkasının sağlam olması gerektiği düşüncesi… Bir yanda sınırsız hürmetin hakikati… Diğer yanda herkesin sınırını bilmesini gerektiren hayatın onulmaz gerçeği… Velhasıl, benim için akıl ve kalp arasında gerginleşen ve dahi yer yer kopan bir bağın adıdır Temmuz…  

Ve işte yine Temmuz ayındayım. “Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi/Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi” mısraları dökülürken dilimden, “Bu defa başka” diyor gönlüm… “Altı yıl önce olduğu gibi, yolunun kavşak noktasında sıla-i rahim yolundasın. Kopan Temmuz bağını imar için yoldasın işte” diyor.

“Yol” deyince susuyorum. Sahi, kaderimin yolu yine Temmuz’da mı düğümlenecek? Kim bilir, belki de…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*